EDEBİYAT ÖĞRETMENLERİ VE BİLİMCİLERİNE.
TÜRK EDEBİYATINDA DİL VE MİLLİ EDEBİYATIN SEYRİ Geçmişten günümüze edebiyatımızın seyrine kısaca göz atalım. 1299’da Osmanlı’nın kurulmasından bir süre sonra Divan edebiyatı başlamıştır. Bu edebiyatın zemini Arap, Fars ve Acem dilleri ve edebiyatları üzerine teşekkül ettirilmiştir. Edebiyat sahası, ecnebi ülkelerin milli değerlerini kullanarak
Edebiyat bilimcilerine ve öğretmenlerine
TÜRK EDEBİYATINDA DİL VE MİLLİ EDEBİYATIN SEYRİ Geçmişten günümüze edebiyatımızın seyrine kısaca göz atalım. 1299’da Osmanlı’nın kurulmasıyla birlikte Divan edebiyatı başlamıştır. Bu edebiyatın zemini Arap, Fars ve Acemlerin dilleri ve edebiyatları üzerine teşekkül ettirilmiştir. Edebiyat sahası, ecnebi ülkelerin milli değerlerini kullanarak
Reklam
Adem Kasidesi
can verir âdeme endişe-i sahbâ-yı adem cevher-i can mı aceb cevher-i minâ-yı adem çeşm-i im’ân ile baktıkça vücûd-i ademe sahn-ı cennet görünür âdeme sahrâ-yı adem galat ettim ne reva cennete teşbih etmek başkadır nimet-i asayiş-i me’vâ-yı adem
MÛSİKÎ’DE TASAVVUF VE REBAB
MÛSİKÎ’DE TASAVVUF VE REBAB Ev meşk meclislerinden ve fasıl gecelerinden bahseder misiniz? Hoca Câhit Gözkân(1909-1999), her zaman mûsikî meclislerini hocası Ahmet Mükerrem Akınca’ya tevarüssen devam ettirdiğini ifade ederdi. Hocasında gördüğü veçhile, haftanın bir günü umumi fasıl gecesi yapılırdı. Bu fasıl akşamına herkes sazını alıp
Bakî'nin ardından Saf Saf / Sıra Sıra
- İki gazelhân arasında ses ve ışık vardır. Müje haylin dizer ol gamze-i fettân saf saf Gûyiyâ cenge turur nîze-güzârân saf saf ... Gökde efgân iderek sanma geçer hayl-i küleng Çekilür kûyuŋa murgân-ı dil ü cân saf saf ...
Falih Rıfkı Atay
_Çocukluğumuzda Türk, kaba ve yabani demekti. İslam ümmetinden, Osmanlı idik. Vatan sözü yasaktı. Padişahın kulları idik. Okul çıkışında ’Padişahım çok yaşa’ diye bağırırdık. Arap’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik. Bütün ekonomi, bütün iç ve dış ticaret, bakkallara kadar çarşılarımız, kadrolarında bir tek Türk
Reklam
''..zamanımızdan 31 binyıl kadar gerilere gidiyordu..''
Yukarı Paleolitik ''sanat'' yorumları: * ''Mağara sanatı'' buluntularının, en güzellerinin en son yapılanlar olacağı (evrimci bakışla) düşünülmüştü. Bu görüşün ışığında, bu görüşü destekleyen tarihlemeler yapılmıştı. Resimle buna göre kronolojik bir sıraya sokulmuştu. Buna uygun yorumlar geliştirilmişti.
Baba Tahir-I Uryan; Âlemin Manevi Yorumcusu
Modern dönemle birlikte felsefe analitik, empirik pozitivist mantığa indirgendiği için iflas etmiştir. Felsefe artık burada “bilgi/bilgelik sevgisi” değildir. Hele hele geç kapitalistleşen ve pozitivist depremin şoklarını yeni hisseden Ortadoğu toplumları için felsefe, dini ve manevi geleneklerle mücadele etme, onları tasfiye etmenin bir aracına
Adam Hatayî'nin yayımlanmamış gazellerini araştırıp aynı adda makale yazmış. Bizim Edirneli Nazmî başını uzatmış. Nazmî edebiyat tarihimizin özgün kişiliklerinden biridir bana göre. Yazılı edebiyat geleneğinin çok ağır ölçüde İranîleştiği çağda, aruz kullandıysa da yalın ve duru Türkçe'yle yazdı. Yaşadığı dönem ve sonrasındaki divan
Güzel bir gün, güzel bir hafta geçirmeniz dileğiyle...
youtu.be/iegW9J77PRs Fuzuli, Şem'i, Kazancı Bedih ve Muzaffer Ozak nerede buluşur? Sabah sabah bir arkadaşımız Kazancı Bedih'in okuduğu, Ben beni bilmem neyim dünyâ nedir ukbâ nedir Söyleyen kim söyleten kim aşk nedir sevdâ nedir Sözleriyle başlayan türküyü paylaştı. Birkaç kez dinledikten sonra durup düşündüm. Urfalı Kazancı
Reklam
GAZEL Sünbül-i müşkîni hengâm-ı bahâra bû verir Koklayan her bir dimâğa başka bir arzû verir Hilme yorma âb-ı çeşmin şûh-i âhen-dilleriñ Âşıka tertîb-i gamdır tîğ-i cevre sû verir Âs-tân-ı dilde ettikçe terennüm vasfını Kulkul-i sahbâ dahî aks-i sadâ-yı Hû verir Anlaşılmaz kârı var pîr-i mugânıñ vesselâm Akla râm olmaz gürûha bâde-i gül-rû verir İltifâtın umma ger hem-bezm-i yâr olsañ da sen Bâniyâ kat’î karârı gamze-i câdû verir Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilâtün / Fâilün • müşkîn: mis kokulu | bû: koku âb-ı çeşm: göz yaşı | âhen-dil: demir gibi sert/insafsız kalpli | tîğ-i cevr: cefâ kılıcı âs-tân: tekke, dergâh | kulkul-i sahbâ: şarabın şişeden kadehe dökülürken çıkardığı ses | aks-i sadâ: yankı, aksisada pîr-i mugân: sâkîlerin/meyhânecilerin pîri | gül-rû: gülyüzlü, rengi güle benzeyen hem-bezm-i yâr olmak: yâr ile aynı mecliste bulunmak | gamze-i câdû: sihirli/efsunkâr süzgün bakış