“Günlük bir gazete yazarıyla bir kaldınm fahişesi arasındaki benzerlikler yalnız bundan ibaret değil" dedi. "Bunun da, onun da biricik sermaye­si halkın budalalığıdır. Amme efkarı bunların birinde haki­kat ihtiyacını, ötekinde aşk ihtiyacını tatmin ettiğine inanır. Halbuki fahişenin verdiği aşk ne derece samimi ise gazeteci­ nin söylediği hakikat de o derece doğrudur."
Sayfa 12
İttihat ve Terakki'nin İstanbul mebuslarından gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın), Cemiyet'in bu konudaki endişelerini şöyle anlatır: "Rütbesiz, nişansız, şan ve şöhretsiz bir gencin Vezaret unva­nıyla Sadrazamlığa çıkmasını, bu memleketin havsalası almazdı. Hükümetin başına çıkmayı onların zihinleri almadığı gibi, mem­leketin de hazmedebilmesi imkansızdı ... 1908 Temmuz'unda İttihat ve Terakki Cemiyeti bir posta başkatibi olan Talat Efendi'yi Sad­razam ilan edemezdi; buna şartlar ve haller imkan vermezdi... Eğer böyle bir şey olsaydı, memlekette muhakkak anarşi çıkardı. .. İttihat ve Terakki Cemiyeti mensupları da bunu fark etmişler ve yüksek makamlara geçmeye kalkışmamışlardı."
Reklam
Mustafa Kemal, Gazeteci Ahmet Şerif kimliğine uygun olarak takım elbise giymişti.
Uzak Değil
Saniye çay içmek için kafeye girdi. Kafenin içi tıklım tıklım doluydu. İki gazeteci çift kafede oturacak yer bulamadığı için Saniyenin yanına oturup sohbet ettiler.Saniye işi olduğu için gazetecinin sorularını cevap veremedi.Gazeteci sonra konuşuruz diye telefon numarasını yazıp verdi.
Sayfa 59 - YkyKitabı okudu
Ey Müslümanlar, bu hitabım sizedir! Gardiyanlar ve zalimler uyanmadan ve durumu fark etmeden önce siz uyanın! Değerli mucahid kardeşim, kıymetli mucahide kardeşim, uyanın artık! Müslümanlara zulmettikleri yetmez mi! Ne zaman İslam'ın sizin yardımınıza ihtiyacı olduğunu anlayacaksınız! Artık hepimizin, ölüm uykusundan uyanmamız ve çok ciddi bir şekilde mücadeleye koyulmamız gerekiyor. Allah'ın bize yüklediği cihad görevini hakkıyla yerine getirmemiz için bunu yapmamız gerekiyor. Gardiyanlar uyanmadan ve durumu fark etmeden önce harekete geçmemiz gerekiyor. Allah'ın, haklarında 'maymun ve domuz' sıfatlarını kullandığı ve duygularını kaybetmiş bu insanların, bize daha fazla zulmetmemesi için Müslümanların uyanması ve kararlı bir şekilde İslam davasına hizmete koşması gerekir. Hepimizin bu davanın bir yerinden tutması îcap ediyor. Yazı yazabilen yazsın, gazeteci olan haberlerimizi paylaşsın, hiçbir imkânı olmayan kardeşlerim en azından dua etsin; ama herkes bir şey yapsın. Yazılarımızla kâğıtları diriltmek ve kalemleri tüketmek için, bunu yapmamız gerekiyor.
İsmet Paşa'nın konuşmak istediği Cumhurbaşkanına duyurulmuştu. Nezaketle, "İsmet Paşa" diyerek Türk başdelegesini davetlilere tanıttı. Program değişikliği ilgi uyandırdı. İsmet Paşa hazırladığı konuşmayı okumaya başladı. Gazeteci Ali Naci Karacan gazetesine konuşmayı şöyle özetleyecekti: "Bu bir konuşma değil, Türkiye'nin çektiği acıları yansıtan bir iddianame." Barış bekleyen Türkiye'nin nasıl işgal edildiğini, parçalanmak istendiğini anlatan İsmet Paşa, "Türk milleti varlığını korumayı, istiklalini kazanmayı başardı.." dedi, "..Bunun için hadsiz hesapsız fedakârlıklara katlandı. Her yaşta ve mevkideki Türkler, kadınlar ve çocuklar, bu savunma savaşına katıldılar. 1918 tarihinden sonra Türk milletinin maruz kaldığı sonsuz hücumları ve ıstırapları, burada hatırlatmaktan kendimi alamıyorum. Gerek bu hücumları, gerekse hiçbir askeri zorunluk olmaksızın Türkiye topraklarının en bayındır kısımlarını bilerek mahvetmek ve yıkmak amacıyla yapılmış olan tahribatı, hiçbir şekilde mazur göstermek kabil değildir. Hâlâ bu dakikada bile bir milyondan ziyade masum Türkün Anadolu ovalarında ve yaylalarında evsiz ve ekmeksiz dolaştığını da hatırlatmak isterim."
Sayfa 168 - Lozan konferansından...Kitabı okudu
Reklam
1. Dünya Savaşı adı ilk kez savaştan birkaç yıl sonra alaycı ve uzak görüşlü bir gazeteci tarafından türetilmişti. "1. Dünya Savaşı" terimi, savaşın yarım kalmış bir mesele olduğunu, ardından başka bir savaşın kaçınılmaz olarak geleceğini ima etmesi bakımından yerindeydi. Bu endişe 1919 yılında hayli yaygındı. Daily Herald gazetesi, Versailles Antlaşması'nın imzalanmasının hemen ardından, Wilson, Clemenceau ve Lloyd George'u konferans salonundan çıkarken gösteren bir karikatür yayımlamıştı. Karikatürde birbirlerine şöyle diyorlardı: "Ne garip! Sanki bir çocuk ağlaması duyuyorum." Tabii ki bir sütunun arkasında bir oğlan çocuğu bağıra bağıra ağlıyordu. Çocuğun başı üzerinde ise "1940 tertibi" yazılıydı.
Sayfa 187 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Sina'da muharebeler devam ederken Kasım 1917'de önemli bir siyasal hamle gerçekleştirildi: Avusturyalı Yahudi gazeteci Theodor Herzl'in önderliğinde ilk siyonist kongre 1897'de Basel'de toplanmıştı. Filistin'de bir yurt yönündeki en önemli adım ise 1917'de Chaim Weizmann ve Nahum Sokolow'un önemli katkıda bulunduğu Balfour Bildirisi oldu. 2 Kasım 1917'de İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Balfour, Yahudi Lord Rothschild'e gönderdiği mektupta, hükümetinin Yahudi siyonist isteklerinin sempatiyle karşılanması fikrini onayladığını, Filistin'deki Yahudi olmayan toplumların medeni ve dini haklarına ve başka herhangi bir ülkedeki Yahudilerin yararlandıkları haklara ve siyasal statüye zarar verecek hiçbir şey yapılmaması koşuluyla, Yahudi halkı için Filistin'de ulusal bir yurt kurulması için her türlü kolaylığın sağlanacağını bildirdi. Böylece Lloyd George hedeflerine adım adım yaklaşıyordu. Onu durduracak bir güç de henüz ortaya çıkmamıştı. O kişi ilerde yine Mustafa Kemal Paşa olacaktı.
Sayfa 122 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
Gazeteci görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, konuşamayanın sesidir.
Biraz farklı yaz kanka hoca anlamasın...
1997 уıında, Yeni Muhafazakâr çizgi bir hamle yaparak kurumsallaşma yoluna gitmiştir. Birçok muhafazakâr stratejik araştırma merkezinin desteğini alan Yeni Muhafazakar bir grup politikacı, gazeteci, akademisyen "Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi" adlı bir merkez oluşturmuşlardır.
Reklam
Öğretmen Evi'nin banyosuncia sıcak su akmayan odaları "Bu mektup kime?" diyen postacı Cumhuriyet satan gazeteci Pariatmaya çalışırken beni düşündüğün donuk bakışlı çocuklar Bilirler mi, bilmeden hayatıma girdiklerini?
Atatürk'ün Fransız gazeteci Maurice Pernot'a verdiği röportajdan
Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye'de çağdaş, dolayısıyla Batılı bir hükümet vücuda getirmektir. Medeniyete girmeyi arzu edip de, Batı'ya yönelmemiş millet hangisidir? Bir istikamette yürümek azminde olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle müşküle sokulduğunu gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür.
Sayfa 149
Sonuçta, bilim ve teknolojideki gelişmeler insanın özgürleşmesi için değil; insanın kendisiyle, başka insanlarla ve Doğa ile uyum içinde yaşayabileceği daha gelişkin bir hayatın oluşturulması için değil, Walter Benjamin'in sözleriyle, "organik olanın inorganik olanın tahakkümü altına alındığı” bugünkü modern toplumsal sistemlerin yeniden üretimi için kullanılmış olmaktadır. Bu yeniden üretim sürecinin gönüllü ve ücretsiz işçileri ise uzaklaşmak istediğimiz toplumsal realiteden kendimizi soyutlayabilmeyi umarak evlerimize, iç mekânlarımıza çekilen, atomize olmuş, yalnızlaşmış insanlardan oluşan kitlelere dönüşmüş bulunan bizler olmaktayız. Marx'ın Yahudi Sorunu'nda anlattığı süreçle kendi yalnızlığı içinde çırçıplak kalmış olarak evlerimizde izlediğimiz TV dizilerinin ayrılığı aracılığı ile kitleselleşmiş, edilgenleşmiş, seyircileşmiş bizleriz. Sıradan bir tezgâhtar kız, genç, felsefe profesörü, büyük şirket yöneticisi, sol ya da saă eğilimli gazeteci, yazar olan bizleriz. Ve hepimiz, modadaki, pop müzikteki, TV dizilerindeki gündelik konuşma biçimlerimizdeki evcilleştirilmiş argo sözcüklerimizdeki hızlı değişime karşın, insan ile insan arasındaki, temel ilişkinin değişmesini olumlu karşılamayan toplumsal sistemin karşısında Tarihimizin aksini değiştirme olanağından yoksunlaşmakta oluşumuzun ötesinde, siyasal hayatı ve savaşları bile margarin reklamlarının ya da "soap opera”ların söylemiyle izlediğimiz için, Tarihin ya da hayatın tanığı olma şansımızı da yitirir gibiyiz.
Sayfa 113Kitabı okudu
Onların gazeteci takımının çirkin şakalarını, hepsi hesaplı dostluklarını, birbirimizi nasıl kandırırız, nasıl atlatırız, nasıl şunun ayağını o gazeteden kaydırırız, diye dolaplarını düşündü. Şu gazetecilikten de soğumuştu. En büyük zevkleri canciğer arkadaşını atlatmaktı. Böyle olunca komşu bakkalı kötüleyen bakkaldan ne farkları kalırdı? Oysaki ne güzel bir meslekti. Bir sanatkâr yaradılışını nerelere kadar götürmezdi bu meslek? İnsan neler öğrenmez, ne tecrübeler edinmezdi.
Sayfa 19
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.