Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
1. Dünya Savaşı adı ilk kez savaştan birkaç yıl sonra alaycı ve uzak görüşlü bir gazeteci tarafından türetilmişti. "1. Dünya Savaşı" terimi, savaşın yarım kalmış bir mesele olduğunu, ardından başka bir savaşın kaçınılmaz olarak geleceğini ima etmesi bakımından yerindeydi. Bu endişe 1919 yılında hayli yaygındı. Daily Herald gazetesi, Versailles Antlaşması'nın imzalanmasının hemen ardından, Wilson, Clemenceau ve Lloyd George'u konferans salonundan çıkarken gösteren bir karikatür yayımlamıştı. Karikatürde birbirlerine şöyle diyorlardı: "Ne garip! Sanki bir çocuk ağlaması duyuyorum." Tabii ki bir sütunun arkasında bir oğlan çocuğu bağıra bağıra ağlıyordu. Çocuğun başı üzerinde ise "1940 tertibi" yazılıydı.
Sayfa 187 - Kırmızı Kedi YayıneviKitabı okudu
... Sünneti tarih, din, etik ve çocuk hakları açısından sorgulayan bir araştırma kitabı yazan Kaan Göktaş, gazeteci Damla Çeliktaban'a verdiği röportajda sünnetin tarihçesinin Afrika dinlerine uzandığını, Yahudilerdeki geleneğin ise köle ve mahkûm olarak sürülmelerinden kaynaklandığını söylüyor: Ana tanrıçaya kendini adayan erkek rahipler, kendi kendilerini hadım ederek penislerini kurban sunarlardı. Sünnet bu ritüelin modern hâlidir. Mısır'da köleler ve mahkûmlar, bir aşağılama yöntemi olarak sünnet edilirdi. Musa'nın Mısır'dan çıkardığı insanlar köleler ve mahkûmlar olduğu için, hepsi sünnetliydi. Bunu toplumsal bir işaret olarak gördüler ve devam ettirdiler. Bu şekilde de Tevrat'a girdi. Hıristiyanlık'ta yer almadı. İslamda ise kesinlikle yok.
Reklam
Sex and War (Cinsiyet ve Savaş) başlığı kulağa erkeklere sunulmuş bir yem gibi gelebilir, ama yeni yayımlanan bu kitap kadınları güçlendirmeyi amaçlayan bir manifesto. Üreme biyoloğu Malcolm Potts'ın siyaset bilimci Martha Campbell ve gazeteci Thomas Hayden'la birlikte kaleme aldığı bu kitapta kadınların gebeliği önleyici yöntemlere erişim ve istedikleri kişiyle evlenme olanağı buldukları zaman, erkekler tarafından bebek fabrikaları olmaya zorlandıkları dönemlere göre daha az çocuk yaptıklarını gösteren kanıtlar sunuluyor. Bu da ülke nüfus piramidinin tabanda genç bir nüfusla şişmeyeceği anlamına geliyor. (Eski anlayışların tersine, nüfus artışı azalmadan önce o ülkede refahın artması gerekmiyor.) Potts ve çalışma arkadaşları kadınlara (daima cinsiyetler arası biyolojik savaşın yarışma alanı olan) doğurganlık kapasiteleri üzerinde daha fazla denetim olanağı verilmesinin, dünyanın tehlikeli bölgelerinde şiddeti azaltmaya dönük en etkili yol olabileceğini ileri sürüyorlar. Ama çoğu zaman bu güçlendirmenin gerçekleşebilmesi için, önce kadın doğurganlığı üzerindeki denetimlerini sürdürmek isteyen geleneksel erkeklerin ve gebeliği önleyici yöntemlere ve gebeliğin sonlandırılmasına karşı çıkan dini kurumlardan gelen direncin yenilmesi gerekiyor.
Sayfa 755Kitabı okudu
Ben çocuğum. Yaşım yok. Var olduğum tüm anlar boyunca yine çocuk olarak kalırım. Bazen çocuk olmanın yanına başka sıfatlar eklenir. Yetişkin, ebeveyn, öğretmen, mimar, mühendis olurum. Yönetici, gazeteci, garson olurum. Ama bir yandan da çocuğumdur. Çünkü herkes çocuktur. Üstelik, çocuk, en değerli yanıdır herkesin.
Sayfa 13 - İthaki yayınları 12. BaskıKitabı okudu
Sünnet
Sünnet, dini bir uygulama değildir. İslamiyet'te de sünnetin Muhammed'in sünnetli doğduğu tevatüründen çıkarak, zamanla yerleştiği söylenir. Muhammed'in ölümünden 250 yıl sonrasına kadar böyle bir pratiğin olmadığı, artık çok sayıda ilahiyatçının da kabulü. Sünnetin ne kadar anti-İslami bir gelenek olduğunu herkese anlatmaya çalışan İslami gruplar biliyorum. Bu gruplar, Allah'ın erkeği zaten olması gerektiği gibi yarattığını savunuyorlar. Aralarında Sünnetin "şirk" olduğunu iddia edenler dahi var. Sünneti tarih, din, etik ve çocuk hakları açısından sorgulayan bir araştırma kitabı yazarı Kaan Göktaş, gazeteci Damla Çeliktaban'a verdiği röportajda sünnetin tarihçesinin Afrika dinlerine uzandığını, Yahudilerdeki geleneğin ise köle ve mahkum olarak sürülmelerinden kaynaklandığını söylüyor: 'Ana Tanrıçaya kendini adayan erkek rahipler, kendi kendilerini hadım ederek penislerini kurban sunarlardı. Sünnet bu ritüelin modern halidir. Mısır'da köleler ve mahkumlar, bir aşağılama yöntemi olarak Sünnet edilirdi. Musa'nın Mısır'dan çıkardığı insanlar köleler ve mahkumlar olduğu için, hepsi sünnetliydi. Bunu toplumsal bir işaret olarak gördüler ve devam ettirdiler. Bu şekilde de Tevrat'a girdi. Hristiyanlık 'ta yer almadı. İslam'da ise kesinlikle yok.'
Ünlü bir yazar, gazeteci de olsak, bencil, çıkarcı örnekleri sergileriz yaşamımızda. Önemsiz bir güçlüğe, eşit bir sıkılığa gelemeyiz, dayı ararız. Çıkarını düşünen, emeğin karşılığını esirgeyen patron, kahramanlık öyküleri anlatır, duygululuk gösterileri sıralar. Sanki, olsa da tümüne verse, veremediği için ağlamaklı görüntüleri. Okul Aile Birliği toplantılarında neler konuşulur? Yaramazlığın, şımarıklığın adı nasıl -harikaya- çıkar. Karı-koca kavgaları nasıl canım, cicim'le örtülmeye çalışılır? Evde nasıl, misafirin yanında nasıl konuşulur, davranılır? Büyükler nasıl kopya çektiklerini aralarında anlatıp çocuklarına -Aman kopya çekmeyin öğüdünü verirler? Öğretim, eğitim nasıl ezbere, ezberciliğe, geçersiz bilgilere dayandırılır? Çocuklara -Aman yalan söylemeyin? diyen büyükler nasıl yalan söyler? Çocuk Bayramındaki müsamerelerde çocuklar niçin kendi çağlarını, yaşamlarını oynamazlar da takma bıyıkla, sakalla acıklı oyunları güldürüye çevirirler?
Reklam
Gazeteci Faruk Bildirici'nin kitabında bir sahne vardır; Lise'de öğretmen sınıfa sorar:"İleride ne olacaksınız?" Çocuklardan biri "Ben Türkiye'nin başbakanı olacağım!"der, öğretmen dahil bütün sınıf güler, çocuk hırs yapar. Söyleyen çocuğun adı Mesut Yılmaz! Gülmeyiver çocuğa, değil mi?Niye hırs yaptırıyorsun?
Ecevit
Gelmiş geçmiş en namuslu politikacılardan biriydi. Hayali, köykent projesiydi. Dokuz köyü pilot bölge seçti. Eşek bile yürümekte zorlanıyordu, 160 kilometre yol yaptı, uçak pisti gibi, dörder şeritliydi. İki bardak yağmur yağınca çoluk çocuk boğuluyorlardı, köprüler yaptı. Zehirleniyorlardı, derelere akan fosseptikleri kapattı, kanalizasyon yaptı.
Sayfa 62 - Kırmızı Kedi Yayınevi, 2016Kitabı okudu
Lâtife Hanım ayrıldıktan sonra Atatürk'ün hatırasına saygılı kaldı. Hatıraları için çok cazip teklifleri reddetti. Şahsi dostluğunu ancak Atatürk'ün sağlığına itina göstermiş yakınlarıyla devam ettirdi. Atatürk ve eşi Lâtife Hanım ayrılmadan, Mustafa Kemal Lâtife Hanım'a; "Latif, bana asker sözü ver. Müşterek hayatımıza dair,
Sayfa 116 - Güven KitabeviKitabı okudu
Başkan Sedat konuk konuşmacıyı takdim etti. Kaddafi sahneye geldiğinde konuşmasına başlamak yerine, sırtını dinleyicilere dönüp podyumun arkasındaki tahtaya bir şeyler yazmaya başlayınca dinleyiciler şaşırdı. Sonra yüksek sesli konuşmaya başladı. Libya başbakanının yazmış olduğu kelimelere baktı: "Bekaret. Adet görme. Doğum." Kaddafi donup kalan izleyicilere dönerek anatomi ve fizyolojileri gereği kadınların erkeklere eşitliğinin mümkün olmadığını açıklayarak konuşmaya devam etti. Kaddafi kadınların erkeklerle beraber çalışmak için değil, tıpkı inekler gibi çocuk doğurmak ve onları emzirmek için yaratılmış olduklarını belirtti. Dinleyiciler onu protesto etmeye başladılar. Hakarete uğradıkları için kadınlar öfke içinde ayağa fırladıklarında, Kaddafi zayıf yapılı oldukları için kadınlarının erkeklerin dayanabildiği koşullara fabrikalardaki sıcağa, inşaat işlerindeki ağır yüklere- dayanmalarının beklenemeyeceğini söyleyerek kendini savunmaya çalışıyordu. Bu sırada tanınmış bir kadın gazeteci ayağa kalkarak kendinden emin bir şekilde konuşmaya başlayınca, herkes sustu. "Sayın Başkan" diyordu gazeteci. "Hiç böbrek taşı düşürdünüz mü? Erkekler bana bunun çok acı veren, aslında dayanılmaz bir şey olduğunu söylüyorlar. O halde, Sayın Başkan normal bir böbrek taşının yüz katı büyüklüğünde örneğin kavun büyüklüğünde bir taşı gözünüzün önüne getirin. Siz bunun acısına dayanabilir miydiniz? (...) İçerideki kadınları duyuyor musun? Başkan Kaddafi'yi şişe geçirip ateşte kızartmak istiyorlar!"
Sayfa 336 - Yurt YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Yeryüzünün bütün istasyonlarında bilet soruyorum Güneye giden ilk tren, cam kenarı olsun Önüme çıkan her kadına beni doğur diyorum Beni bağırıyor gazeteci çocuk, beni yağıyor yağmur Taştan taşa, günden geceye sekerek yürüyorum Bir göçmen kuşun kanatları doluyor avuçlarıma Artık dünyanın bütün trenlerinde bir yolcuyum Doğum çığlığım oluyor çalınan her kampana.
Sayfa 123 - Kırmızı Kedi Yayınevi, Üçüncü Basım, Kasım 2017, İstanbul
Kastamonu'da Lise: Komünistlerle İlk Mücadele Kastamonu'da lisedeyken pul merakım vardı, İstanbul'dan pul getirtmeye başladım, arkadaşım vasıtasıyla ve iyi paraya Kastamonu'da esnafa satmaya başladım. O paradan annemin "Oğlum babana şuradan acele para ver" deyip de para verdirttiğini hatırlıyorum. "Sonra alırsın
533 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.