Mesafeleri ve yolları saklayacak olsaydım, muhakkak karanlığın veya gecenin içine saklardım. Mesafeyi ve yolları anlamak isteseydim muhakkak yukarıdan bakardım.
Geçen sene takriben bu zamanlar yatsı için Çamlıca Camiine gitmiştim. Namaz çıkışı açık hava FSM ve Yavuz Sultan Selim köprülerini aynı anda görme imkanı tanıdı. O an içimde çocukça bir his uçmak isteği doğurdu bende. Kanat açmak istedim! Öyle istedim ki bugün bile hala taptaze ve sıcacık içimde duruyor. Âh uçabilseydim o an! Gergin kanatlarımda rüzgarın sükûttan sıyırıp aldığı kulak dolusu uğultuyu duyabilseydim. O an o uğultuyu sükûtun yekpâre sonsuzluğuna tercih ederdim. Bir değirmenin sükûttan payına düşen kendi varlığını öğütmek....bir kanadın sükûttan payına düşen zamanın ve mesafenin tortusu...
Mesafe, iki nokta arasındaki aralık. Yol, mesafenin insan ayağına ve ruhuna temas edişi... Gözünü kapatarak bir yola girebilir mi insan? Gözünü kapatsa yolun sesini işitmek ister!
Kim bir yolu saklamak ister ki? Saklanan yol değildir, yolun vardığı yerdir aslında. Ama yol içinde mesafeler, virajlar, uçurumlar, tehlikeler, meşakkatler, kayboluşlar, kavuşmalar saklar. Ben tüm bunları düşünerek yolları karanlığa saklamak isterdim; varacağım yerden veya meşakkatlerden korktuğum için!