On dokuzuncu yüzyılın başlarında ortaya çıkan ve antik dönemin köle isyanlarına kadar uzanan zincirin son halkası olan sosyalizm hâlâ geçmiş dönemlerin Ütopyacı anlayışının etkisi altındadır. Ancak 1900'den itibaren ortaya çıkan sosyalizmin her bir varyasyonunda, özgürlüğün ve eşitliğin tesis edilmesi hedefi gitgide daha görünür bir şekilde terk edilmiştir.
Gerçekten de masallar geçmişin dünyasını, o dönemin toplumsal hiyerarşilerini, ahlâki yargılarını bugüne taşıyor. Nasıl ki geçmiş toplumların tüm yaptıklarını (misal köleciliği) doğru bulmuyoruz, o dönemden süzülerek gelen masalları da tümüyle benimsemek zorunda değiliz.
Masallar değiştirilebilir.
Kalıtımla geçmiş olabileceğini sandığımız her eğilim, çocuğa anne tarafından benimsetilmiş, anne tarafından talim ettirilmiş, anne tarafından biçimlendirilip yine anne tarafından sürekli aşılarak geride bırakılmıştır. Annenin bu konudaki beceri ya da beceriksizliği, çocuğun varlığında saklı yatan tüm olanakları etkiler. "Beceri" sözcüğüyle anlatmak istediğimiz, annenin çocukla el ele vererek onu toplumsal işbirliğine yatkın biri yapma yeteneğinden başka bir şey değildir.
Onu soyut düşünmek işime gelmiyor. Oysa matematikçi, soyutlama gücü olan kimsedir deniyor. Sembollerle, ideal kavramlarla düşünürmüş. Sayılara, cisimlere ihtiyaç yokmuş. Euler'in Diderot'la alay etmek için söylediği söze benzetmek gerekirse: iki noktadan ancak bir doğru geçer; o halde Isa-Mesih yaşamıştır.
****
Mühendis olduğu halde, matematikten ve matematik düşünceden hoşlanmayan Dostoyevski'yse, benim inancım dua eden saf bir çocuğun inancına benzemez, diyor. O ka- darcık da geri kalalım üstattan. Onun vardığı inanç, şiddetli denemelerden geçmiş. Belki ben de saflık taklidi yapıyorum kim bilir?
İçinde öyle bir his vardı ki aşkın ışıklı ve bulutsuz bayram sabahı geçmiş, aşk artık bir ödev olmaya, hayatına karışmaya, gündelik işleri arasına girmeye ve taze renklerini yitirmeye başlamıştı.
Oysa geçmiş, uğurladığımız bir misafir, gelecek ise henüz tanımadığımız bir yabancıya benziyordu. İkisi de bizden değildi. Bizden olmayanlar ise dikkatimizi her zaman daha fazla çekmişlerdi.
Geçmiş ve geleceği birbirinden ayıran tek çizgi, içinde bulunduğumuz andı ve biz, çizginin kendisinden çok, onun birbirinden ayırdıklarıyla ilgileniyorduk.
Kişi hayat durumunun sorumluluğunu kabul eder ve değişmeye karar verirse, geçmiş hayatındaki enkazın da sorumluluğunu tek başına üstlenmek ve hayatını çok önce de değiştirebileceği gerçeğini kendi kendisine itiraf etmek zorunda kalır.