“Bir toplum, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmı göklere yükselebilsin!"
Mustafa Kemal Atatürk
“Kadına Şiddete Hayır” ve “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” Okuma etkinliği #80024404 kapsamında İstanbul Sözleşmesini okudum. Ülkemizde
İlk orucumu tutmaya niyetlendirildiğimde henüz 11 yaşındaydım, Hatta utanarak itiraf ediyorum ki bir paket bisküvi ve yarım ekmek yedikten sonra "aaa ben oruçluydum" diye geçirmiştim ilk günümü😄
Dediler ki Ayşe oruç tutarsan sana çok sevineceğin bir hediye alacağız,Allahhh gel de şimdi uyu uyuyabilirsen 30 gün :)
Neyse ki Elhamdülillah bir şekilde hediyeyi düşüne düşüne tamamladık ilk Ramazanımızı ve işte en iyi arkadaşımla o gün tanıştık : "Yâdigâr"❤️🐻
Şimdi düşünüyorum da bir çocuğa sırf Allah rızası için, oruca ısınsın ve sevsin diye böyle bir şekilde yaklaşmak nasıl muazzam bir İhlas ve ruhun ürünüdür🥹🌹
Allah'ım sen Ailemi cennet köşklerinde misafir et...
NOT: Şimdi aynı yaşta yiğenim 7.gün orucunu tutuyor fakat yine itiraf ediyorum ki benden çok daha bilinçli ve dirayetli :)
Onun hediyesini de ben hazırlıyorum inşallah:) ❤️🐻
Farkında olmadan güzel bir gelenek ürettik sanırım, dilerseniz siz de katılabilirsiniz :))
NOT: Bu yazı yalnızca kitaba dair değildir. Uzun bir makale konusu, tez ya da kitap olabilecek "kadınların tarihi"ne dair kısa bir yazıdır. Yine de bir incelemeye göre uzundur. 10'dan fazla alıntıyla da yazıyı zenginleştirmeye çalıştım. Ve rahat okunması için konu başlıklarına ayırdım. Yalnızca kitapla ilgili kısımları merak edenler
Kitap, ihanetin ve sadakatin bedellerini, babaların oğullarıyla ilişkilerini ve babaların çocuklar üzerindeki etkilerini göstermektedir. Sevgi, yalan, dostluk ve fedakarlıklarla dolu bir hikaye... Savaşın etkileri, güzelim toprakların yok edilişi, gaddarlıklar, ırkçılık ve insanlara yapılan zulümleri gözler önüne sermiş bir hikaye...
Ayrıca kitapta dikkat çekici olan bir kısım da mültecilerin terk ettikleri ülkelerine olan özlemlerinin hiç bitmemesi, ortak geçmişi paylaştığı insanlara duyulan özlem ve kendi gelenek ve kültürlerini her koşulda yaşatmak için çabalamaları. Bununla birlikte kitapta Afgan halkının Amerika’ya sığınan kesimine yer verildiği için Amerika’ya uyum süreçleri ve iki ülke arasındaki bazı sosyal ve kültürel farklılıklara da kitapta dikkat çekiliyor. Bir kısmı sığındıkları ülkelerde yeni bir yaşam kurarken diğerleri de bir gün yeniden eski bildikleri Afganistan’a dönme umuduyla yaşıyor. Ancak öyle görünüyor ki bu umudun yeniden yeşereceği Afganistan çok yakın bir gelecekte değil.
kesinlikle okumanızı tavsiye ederim son zamanlarda okuduğum en iyiler arasında. keyifli okumalar.
Aysun Kayacı'nın sosyoloji dünyasını çatlatan meşhur tespitini pek çoğunuz bilirsiniz;
"Ben vergi veriyorum niye vergisini vermeyen, 'dağdaki çoban'la benim oyum eşit mesela. Niye? Hiç vergisini vermeyen biriyle niye benim oyum eşit. O benim kadar duyarlı benim kadar sorumluluk sahibi bir şekilde yaklaşıyor mu acaba"
'BEN VERGİMİ
Devletler de tıpkı insanlar gibi doğar, büyür, yaşlanır ve ölürler, der İbn Haldun.
Osmanlı Devleti, büyük bir coğrafyaya hüküm sürmüş, 600 yıldan fazla varlığını devam ettirmiş bir devlet. Her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi Osmanlı da o sona çok yaklaşmıştır. Girilmemesi gereken bir savaşa girilmiş, yapılmaması gereken hatalar yapılmış ve
"Bu yerlerde trenler doğudan batıya, batıdan doğuya gider gelir... Gider gelirdi..."
400 sayfalık kitap sadece tek bir günde geçen vakti anlatıyor. Fakat o tek gün hikaye içerisindeki kahramanların anılarıyla uzun zaman dilimlerine ayrılıyor.
Kısacası şöyle diyebiliriz; bir gün içerisinde geçen o vakit yüz yılları göğsüne
Ünlü bir kimsenin yaşamını, bir yazarın, sanatçının yaşamını ve yapıtlarını ya da herhangi bir alanda tek bir konuyu ele alan ve onu özgün bir görüşle inceleyen uzunca inceleme yazısı türünde (monografi) bir Zwing kitabı.
Sebastian CASTELLIO, fanatik dogmacılığı yüzünden, yalnız ve korunmasız bir insanı (Serveto) ve bu insanla birlikte Reform
Sadece şu kadarını söyleyeyim; bu tek dil, tek ulus, tek kültür prensibi, ülkedeki diğer dil, kültür, gelenek ve haklara karşı her zaman son derece tahammülsüz, önyargılı, düşmanca, ve saldırgan oldu.
Bana ne şimdi sizin yasalarınızdan? Sizin alışkanlıklarınızdan, gelenek ve göreneklerinizden, din ve devletinizden bana ne? Beni sizin yargıcınız yargılasın, beni mahkemeye götürsünler, açık mahkemenizde, hiçbirinizi tanımadığımı söyleyeceğim.
‘Yakarsa dünyayı garipler yakar’ ekolünün vakur temsilcisi Martin Eden’le tanışacağım için oldukça hevesli ve heyecanlı bir vaziyette açtım kitabın kapağını... Bu heves ve heyacan –dürüst olmam gerekirse- son sayfalara yaklaştıkça Martin Eden’le artık vedalaşacak ve onu hayatımdan çıkaracak olmanın hazzını besledi. Yangın hiç sönmedi kitap
İkinci Dünya Savaşı’nın en sıcak çatışmalarının yaşandığı 1941 yılı. ‘Üzerinde güneş batmayan’ ülke İngiltere savaşın başaktörü Almanya tarafından aralıksız bombalanıyor. Yarattığı vehametin yanında, en ağır darbeyi anlamsızlığıyla zihinlere indiriyor.
İşte tam da bu sırada yitimsiz bir karanlığın en izbe köşesinden fırlayıp yüzünü güneşe dönen
“ O gece Muzaffer’e rüyasında bir kocakarı göründü. Adının Atiye olduğunu ve kütüphanesinde onu anlatan bir kitabın öyle durup durduğunu duyurdu. Eğer üç vakte kadar bu kitabı okumaz ve on kişinin de okumasına vesile olmazsa iki cihanda da ona rahat olmadığını salık verdi. Koca dağı sis sarar gibi Muzaffer’i korku sardı. Korkuya sarılmış can