Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Daha siz okul denen binaya girmeden, anne ve babanız mesleğiniz ile ilgili kararı vermiştir çoktan, "Bizim kız doktor olacak" Oysa sizin en büyük tutkunuz keman çalmaktır. Ama yok. "Boş zamanlarında yine keman çalsın ama bizim kız doktor olacak." Kaçar yanınız yoktur. Önünüze hayatınızın geri kalanında yiyeceğiniz yemek konmuştur ve siz o bezelyeyi yemeye başlarsınız. Hatta bazılarınız zamanla bezelyenin tadının hiç de fena olmadığını bile düşünecektir. Özetlersek, tüm hayatımız başkalarının önümüze koyduğu hedefler doğrultusunda, yılmadan mücadele etmekle geçiyor. Bu, o kadar yorucu bir hal alır ki artık, bizzat kendimizin koyduğu küçücük hedeflere bile ayıracak zamanımız kalmaz. En nihayetinde olur da başarırsak, başardığımız şey başkalarının isteği olur sadece, başka bir şey değil. O nedenle başarıya ulaşanların çok iyi bildiği bir gerçeği paylaşalım sizinle. Başarının anahtarını elde ettiğiniz gün görürsünüz ki aslında ortada bir kilit yoktur. Çünkü o kapı, sizin kapınız değildir. Elimizde kazanmak için delicesine yırtındığımız anahtar ile başarılı ama mutsuz bir şekilde kalırız. Belki de etrafımızın, başarılı olmasına rağmen, bir o kadar mutsuz olan insanlarla dolu olmasının sebebi budur. Oysa mutlu olmak gerçekten de bu kadar zor mudur? Etrafımızda bu kadar mutsuz insan olduğunu görünce insanın aklına bir tek bu ihtimal geliyor. Peki, neden bu kadar mutsuzuz? Özellikle son yıllarda mutsuz ve depresif halimiz giderek arttı. Aslında bu meseleyi ele alabilmek için öncelikle mutluluğu tanımlamak gerekir. O zaman soralım; nedir bu mutluluk denen şey?
Bir kez daha, anlayamadığım bir gerçekle karşı karşıya kaldım. Kendimi yok olmuş sandım, ümitsizliğin en son noktasına vardım sandım ve her şeyden feragat ettiğimde ise huzura erdim. Bana öyle geliyor ki böyle zamanlarda insan kendini keşfeder ve kendi kendisinin dostu olur. İçimizde hangi önemli ihtiyacı karşıladığını bilmediğimiz bir bütünlük duygusuna artık hiçbir şey galip gelemez. Macera peşinde kendini harap eden Bonnafous sanırım bu dinginliğe erişti. Guillaumet de karda aynı dinginliğe ermişti. Boğazıma kadar kuma gömülü halde susuzluktan yavaş yavaş boğulurken yıldızlar altında sınırsız bir sıcaklık hissettiğim o anları nasıl unutabilirim? İçimizde böylesi bir kurtuluş hissini nasıl sürdürebiliriz? Çok iyi bldiğimiz gibi, şu insanoğlunun her şeyi bir tuhaftır. Bir şeyler kazanması için imkan verilse insan uyuya kalır, zafer kazanan fatih, gevşer, cömert zengin olsa perişan olur. İnsanları yetiştirmeyi isteyen siyasi doktrinlerin ne tür bir insan yetiştireceği önceden bilinmediği sürece bu doktrinler ne işe yarar ki? Ortaya nasıl biri çıkacak? Biz besiye çekilen hayvan sürüsü değiliz ve yoksul bir Pascal'ın dünyaya girişi, isimsiz birkaç zenginin dünyaya gelişinden daha ağır basar. Esas olanı önceden göremeyiz. Her birimiz hiç ummadığımız bir şeylerde dünyanın en büyük sevinçlerini yaşamışızdır. Bunlar içimize öyle bir özlem bırakmışlar ki acılarımızdan meydana gelmişlerse eğer, o acıları bile arar olmuşuzdur...
Sayfa 154Kitabı okudu
Reklam
Daha iyi motivasyon bilmiyorum.
Bu topraklarda cesurca, gözünü kırpmadan canını vermiş insanlar sayesinde biz bugün buradayız ve özgür bir ülkede yaşıyoruz. Kendimizi ifade edebiliyoruz. Ne kadar teşekkür etsek yeterli olamaz. Benim bu hayattaki en büyük motivasyonum hep şu oldu; hepimiz zaman zaman dara düşüyoruz, canımız sıkılıyor, yapamayacak gibi hissediyoruz ve ben her defasında diyorum ki: "Gidin Çanakkale'yi görün. Sonra oradaki şehitleri düşünerek, onlara hayal ederek deyin ki: Ya ben çok zorlanıyorum. Bu ülke benim çok üstüme geliyor." Emin ol fikrin değişecek. Çünkü bu insanlar sen bu ülkede özgürce yaşa diye canını verdi. Ben de biraz zorluk yaşa işte. Aşarsın!
Şu hayatta öğrendim ki olanı kabul etmek insana iyi geliyor: çalışmak, yoluna devam etmek lazım…
Sayfa 19 - Truva Yayınları
Bana da öyle geliyor ki, öfkeyi bıraksak da, düşünüp taşınsak da, gerçekten kötü olan bu düzenden yakayı kur­tarsak... Ne dersiniz, geç kalmadan bu işe hemen başlasak mı?
ihanet cesurca bir duygu, çok şehvetli, tedirginlik ve korku da var içinde, belli belirsiz bir pişmanlık. insanın başını döndürüyor. ihaneti çekici kılan şeyin şehvet olduğunu sanırlar; şehvet seldir, sürükleyendir, doğru; ama asıl çekici olan cesaretmiş meğer. cesaret insana iyi geliyor: sana ihanet edebiliyorsam dünyaya hükmedebilirim, bir. ihanet ederken cesaret, şehvet, korku, pişmanlık duyuyorsam; sen varsın demektir ki; işte bu çok önemli, iki.
2 Aralık, PazarKitabı okuyor
Reklam
Söz söyleme! Bak bana! Gözlerinden öyle tatlı bir şeyler çıkıyor ki, bana çok iyi geliyor.
Aslında suçlar arasında ne kadar fark varsa onlara verilen cezalar arasında da o kadar fark olması gerekir. Ama tutalım ki bu farkiann saglanması, dengenin oluşturul­ması olanaksızdır, bir ka reyi daireye çevir m enin olanaksız ol-dugu gibi çözülemeyecek bir sorundur bu, tutalım ki öyledir! Peki, bu eşitsizligin var olmadıgını düşünelim, o zaman bir başka eşitsizlige bakınız, verilen son cezaların eşit sizligine . . . Mahkümlardan biri cezaevinde hastalanmıştır, mum gibi eri­mektedir; öteki ise cezaevine girmeden önce böylesine çılgın , neşeli bir arkadaş toplulugunun olabileceginden habersizdir, şimdi çok mutludur. Evet, cezaevine böylesi de geliyor. Işte si­ze, söz gelimi, ögrenim görmüş, vicdan sahibi, aklı başında, iyi bir insan. Yürek acısı onun için her türlü cezanın üstündedir. Çektigi acılar öldürür onu lşledigi suç için kendini en ürkü­ tücü bir yasadan daha acımasızca, insafsızca yargılar. Oysa onun hemen yanında bir başkası, işledigi cinayeti bir an aklına getirmeden dolaşır durur cezaevinin içinde. Kendini haklı bile görmektedir. Özgür yaşamlan Sibirya'daki kürek cezasından daha beter oldugu için bilerek suç işleyip buraya gelenler de vardır. Dışarıda çok küçültücü bir yaşam sürmüşlerdir, kalanları hiçbir zaman doymamıştır, sabahtan gece geç saatiere ka ­ dar patranuna çalışmıştır; oysa cezaevinde çalışma çok daha kolaydır, istedigi kadar ekmek yer, hem o zamana kadar gör­ medigi kadar güzeldir ekmek. ..
"Mutlu yaşamak istiyorsan, göz önünde yaşama" diye bir söz vardır. Bu çok doğru. Sorun şu ki, bu, geri kalanlarımızın gerçekten iyi örneklerden mahrum kalması anlamına geliyor.
Çok öfkeli insanlarız. Eskiden bizimkiler daha da öfkeli insanlarmış ya... Neden bu kadar öfkeliyiz, neden bu ka­dar gözü dönmüş kişileriz, soğukkanlılıkla bir işe sarı­lıp onu niçin sonuna kadar vardıramıyoruz? Bir arkada­şım var, çok zamandır öfke üstüne konuşuyoruz onunla. Günlerdir, şu öfke duygusunun altından girdik, üstünden çıktık. Diyor ki, öfke bir kendine güvensizliktir. Öfke ça­resizliğin arkasından gelir. Daha da ağır konuşuyor, öfke dünyayı tanımamaktan, bilgisizlikten gelir. Ben burada öfkeyi savunacak, kutsallaştıracak değilim... Bazı yerlerde arkadaşımın düşüncesine katılıyorsam da, bazı yerlerde onunla birlik olamıyorum. Öfke büyük bir inancın sonucu da olabilir gibime geliyor. Öfke, kör bir duvarla karşılaşan, aydınlığı görmüş insanın öfkesi de olabilir.
Reklam
“Bana öyle geliyor ki iyi şeyler, iyi yürekli şeyler ayakta kalacaklarsa çok kocaman olmalıdırlar. İyilerin küçümenlerini, kötülerin küçümenleri yer bitirir de ondan. Kocaman şeylerin zehirli ya da güvenilmez oldukları pek az görülmüştür. İşte bu yüzden insan düşüncesinde de Büyüklük, iyiliğin imgesidir. Küçüklük de kötülüğün.”
en sevdiğin şarkı olmak istiyorum. telefonunda olmak, kulaklarında yaşamak... sürekli sesimi sana dinletebiliyor olmanın güzelliğinde, senin de bana eşlik edişini dinlemek istiyorum ki sesin sesime karışsın... en sevdiğin film olmak istiyorum mesela, dışarıda birileri sana favori filmini sorduğunda, aklına düşmek istiyorum. ya da en güvendiğin arkadaşın olmak istiyorum; başına kötü bir şey geldiğinde ilk beni aramanı ve “gelebilir misin?” diye sorduğun zaman hiç düşünmeden gelen olmayı... birbirimize sahip olduğumuz için sımsıkı sarılmayı istiyorum sana. ailen olmak istiyorum bazen. silmeye çalışsan da hiç kurtulamayacağın... özlediğin herhangi bir sevgilin olmak istiyorum. hayatına kim girerse girsin, biliyorum senin de var özlediğin biri. işte o olmak istiyorum birden, başkasıyla olsan bile aklında ol­mayı, öyle özel, derininde olmayı... “bir şeyin” olursam, hep eksik kalacakmışım gibi geliyor... ama “her şeyin” olmak da mümkün değil... anlıyor musun? seni sevmek, sevmenin ötesinde bir şey...
"Çakırdikeni en pis, en kıraç toprakta biter. Bir toprak ki bembeyaz, peynir gibidir. Ot bitmez, agaç bitmez, eşek inciri bile bitmez, iste orada çakırdikeni keyifle serile serpile biter, büyür, gelişir. En iyi toprakta bir tek çakırdikenine rastgelinmez. Bunun sebebi, bir kere iyi toprak boş kalmaz, her zaman sürülür ekilir. Bir de, öyle geliyor ki, çakırdikeni iyi toprağı sevmez."
"Konuş, anlat. Belki iyi gelir. Bazen konuşmak nefes almaktan iyidir.'' "Hayatımda ilk defa kontrolümü kaybettiğimi hissediyorum. Oturmak iyi gelmiyor. Kalkıp dışarı çıkıyorum ama burası da dışarısı değil ki, içerisi neyse burası da aynı. Bu duvarlar üstüme üstüme geliyor Kumru. Boğuluyorum. Buradan çıkmak istiyorum, sizi çıkarmak istiyorum, bitsin istiyorum, nefes almak istiyorum. Her yerim işgal altında gibi hissediyorum." dedi Uraz art arda, kıpkırmızı olmuş olmalıydı, konuşmasına nefesi bile yetmemişti. Ona doğru dönüp onun hiç beklemediği bir anda kollarımla sardım onu. Küçük bedenim Uraz'ın kocaman gövdesinin altında ağaca konan bir kelebek gibi görünse de bunun adı sarılmaktı. Ona sıkı sıkı sarıldım. Uraz'ın kolları beni sararken kollarının bile öfkeden titrediğini hissediyordum. "Sakinleş." diye fısıldadım, "Sakin ol..."
İyi ki kimlik kartım yok da, kaç yaşında olduğumu bilmi­yorum, hep gençmişim gibi geliyor bana.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.