diğerlerinin tarzını beğenmiyorsan, kendininkini geliştir. çoğalmanın hilelerini bil, sohbetlerde kendini ortaya koy ve o zaman çalışmanın keyfi günlerini doldurur.
Sayfa 128Kitabı okudu
John Stuart Mill (hoş bir tesadüftür ki, kendisi Bertrand Russell’ın vaftiz babasıdır) herkes temel bir önerme üzerinde uzlaşsa bile, insanlar ilk baştaki iddialarını nasıl savu­nacaklarını unutmasınlar diye, uzlaşma göstermeyen o tek kişiye kulak vermek gerektiğini söylemiştir. PDF Genç Felsefeciye Mektuplar Genç Felsefeciye Mektuplar Christopher Hitchen
Reklam
Sanat, bir sessizliği boz­manın daha yaratıcı yollarını uydurmaya çalışmayı içerirken bi­lim de, sessizlik dönemlerini dayanılır hale getirmeye çalışmayı içerir.
Hepsinden önemlisi, adalet ve özgürlük içgüdüsü içi­mizde, tribalizm ve cinsel yabancı korkusu ve batıl inançlar kadar “doğuştan ”dır.
Bazı açılardan ırkçılar ve dini fanatikler için üzülüyorum, çünkü insan olmanın anlamını göz­den kaçırıyorlar ve acınmayı hak ediyorlar. Ancak sonra kalbimi soğutuyorum ve çektirdikleri acılar ve bunu yapmak için öne sürdükleri alçakça mazeretler yüzünden hepsinden daha da çok nefret etmeye karar veriyorum.
Ona verdiğimiz adıyla “bilim ,” ya da ona verilmesi gereken ismiyle tarafsız ve önyargısız araştırma, dini ve kaba Yaratıcılığı kontrol altında tutup ehlileştirmeye yardımcı olmakla birlikte onu tahttan indirmeyi asla başaramayacaktır. Evrenin başlangı­cının en azından potansiyel olarak bilinebildiği ve insanlığın do­ğasının - ilk kodlaması ve diğer türlerle ilgisi - gittikçe daha fazla açıklığa kavuştuğu bir dönemde yaşıyoruz. Yine de, tasarımdan kaynaklanan tartışma hâlâ, tekrar eden sözcükler ve sonsuz bir döngüden oluşan kombinasyona dayanmakla birlikte (veya belki de bu nedenle) kutudan fırlamak üzere olan bir palyaço gibi tek­rarlanmayı sürdürüyor. Bir bakıma bunda gizemli bir taraf yok.
Reklam
Sigmund Freud, en azından ölümden ve karanlıktan kork­tuğumuz sürece dinî hurafenin içimizden sökülemez olduğu so­nucuna vardığında kesinlikle haklıydı. Irkımızın çocukluğuna aittir ve çocukluk her zaman - Freudun da anlamamıza yardımcı olduğu gibi - en güzel veya masum dönemimiz olmayabilir.
Bir an için cennetin neye benzediğini düşün. Sonsuz şükür ve tapınma, sınırsız feragat ve kendini aşağılama; kutsal bir Kuzey Kore. İşleri biraz daha renklendirmek için bazı dinler, bedensel mutluluk da vaat ediyor ve sanırım daha önce sozunu etmiş olduğum Kilise babaların­dan Tertullian da lanetlenenlere edilen işkenceleri görmek gibi cazip bir seçenek sunuyor. Bunun tek kanıtladığı, dinin insan yapımı olduğu ve insanların tanrıları kendi imgelerinde yarat­tığı ve bunun başka türlü olamayacağıdır. Ancak espri anlayı­şından yoksun zalim bir hükümdar, ona yaratıcısının verdiği, sonsuz döngü, övgüyle yıkanmış doğuştan erdem ve ihtişamdan oluştuğunu varsaymaktan başka seçenek bırakmayan sürekli övgülerden oluşan ilahiler isteyebilir!
Museviliğin Hıristiyanlığa göre bazı üstünlükleri vardır; örneğin, Yahudiler hariç, insanları kendi dinine çevirmeye çalışmaz ve Mesih’in göründüğünü söylemek gibi akılsız bir hatada bulunmaz. (Maim onides Mesih’in geleceğini ancak “gecikebileceğin،” söy­lediğinde, Spinoza’dan Woody Ailen’ a bütün Yahudilerin neden omuz silktiğini görebiliyoruz.) Ancak İslam ve Hıristiyanlıkta, oldukça sıradan insanlar tarafından yazıldığı açık, abartılı ve çelişkili ve bazen kötü niyetli ve çılgınca bazı ayetlerin aslında tanrının kelamı olduğunda ısrar ediliyor. Herhangi bir zihinsel özgürlüğün vazgeçilmez koşulunun böyle bir şey olmadığını kavramak olduğunu düşünüyorum.
Sıkıntı durumunda güçlerini inançlarından alan ve ahlâkça benden üstün pek çok cesur erkek ve kadınla tanıştım. Ancak ne zaman bununla ilgili yazmak veya konuşmak isteseler, kendimi onların zihinsel ve ahlaki standartlarının ani düşüşüyle sarsıl­mış bulurum. Tanrıyı kendi taraflarında istiyor ve işini yaptığını düşünüyorlar - peki bu, en iyi ihtimalle, aşırı bir tekbencilik de­ğil de nedir? Sonuçtan kanıta varıyorlar; en büyük kaynağımız zihnimizdir ve zihin, kanıtlanması gereken şeyin varsayılması öğretilerek eğitilemez.
Reklam
Sanırım bu inanç, insan özgürmüş “gibi” yaşamayı umut ederse gerekli olan zihinsel ve ahlaki kaynaklarla ilgilidir. Amerika’nın doğuştan günahı üzerine sıklıkla tekrar eden bir düşüncede Thomas Jefferson şöyle dedi: “Tanrının adil olduğu­nu hatırlayınca ülkem adına içim titriyor.” Ancak bir tanrı varsa ve gerçekten adilse, o zaman inanç sahiplerinin titremesi için pek neden olmazdı; bu, akla gelebilecek bütün dünyevi kaygılara ağır basacak bir avuntu olurdu.
Kendime her gün beni bu konuma koyan bir hükümetin meşruluğunu onaylamadığımı söylüyorum. Hepsini de bir ka­lemde yok etme hakkını kendilerinde buldukları bütün mevcut, gelecek ve geçmiş yaşam biçimlerini bırakın, benim üzerimde yaşam ve ölüm gücünü “seçilmiş” liderlerime bile vermiyorum. Bu gücü verip vermeyeceğim de, bir an için bunu başkalarının adına verme hakkım olduğunu düşünsek bile, ki buna sahip ol­duğuma bir an için bile inanmıyorum, bana sorulmadı.
İnsanlar üzerinde yüzde 100 kontrol elde edemezsiniz ve edebilseniz bile, bunu sürekli yapamazsınız.
George Orvvell, asıl sorumluluğun insanlara duymak istemedikleri şeyleri söyleyebilmekte yattığını söylemişti. John Stuart Mili (hoş bir tesadüftür ki, ken­disi Bertrand Russell’ın vaftiz babasıdır) herkes temel bir önerme üzerinde uzlaşsa bile, insanlar ilk baştaki iddialarını nasıl savu­nacaklarını unutmasınlar diye, uzlaşma göstermeyen o tek kişiye kulak vermek gerektiğini söylemiştir. En sevdiği nükteyi söyle­mesi istenen Kari Marx, de om nibus disputandum demiştir (“her şeyden şüphe etmek gerekir”). Onun hayranlarının çoğunun bu deyişin özünü unutmuş olmaları ne yazık. Rosa Luxemburg şiddetle, özgürlüğün her şeyden önce farklı düşünenler için öz­gürlük olduğunu savunmuştur. Areopagitica adlı eserinde John Milton, biri neyin doğru olduğuna inanırsa inansın, bunun yanIışın iddialarına maruz kalması gerektiğini, çünkü ancak dürüst ve açık bir dövüşte doğru olanın haklı olduğunu iddia edebilece­ğini ya da umabileceğin ifade etmiştir. Frederick Douglass, mü­cadele etmeden gerçeği ya da adaleti bekleyenlerin tıpkı fırtına olmadan denizi hayal edebilenlere benzediğini söylemiştir.
İki şeyden tamamen eminim. Bunlardan ilki, ister geçmişin teokratik despotizmine, ister günümüzün daha modernleştirilmiş totalitarizmine gömülmüş olsun (ya da is­tersen sırayı değiştirebiliriz) eğitimsiz insanların bile içsel bir direnme kapasitelerinin olduğu ve kendileri düşünmeseler bile akıllarına gelen düşüncelere sahip olduklarıdır. Bunu tecrübele­rimizle de biliyoruz, çünkü despotizm düştüğü anda mutlaka bu tür insanlar yerden bitmiş gibi çıkarlar ortaya.
323 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.