Yürekleri titreten hayal...
Sabah namazında, Rabbinin huzuruna çıkan bir insan, hayalen Asr-ı Saadet'e gitse, önünde Allah Resulü (sav), sağında Hz. Ebubekir, solunda Hz. Ömer (ra) ve diğer sahabeler olduğu halde, namaz kıldığını düşünse, bu sırada meleklerin de orada hazır bulunarak o hâli seyrettiklerini hayal etse, o namazın zevki ve lezzeti, elbette dünyalara değişilmez.
Sayfa 117Kitabı okudu
Bir defasında bir genç gelerek efendimiz aleyhisselatu vesselam dan zina yapmak için izin istedi. Bu garip ve kabul edilmez talep karşısında efendimiz aleyhisselatu vesselam gayet sakin bir şekilde onu dinlerken sahabeler gence hakaret edip müdahale etmek istediler. Ancak Hz. Peygamber aleyhisselatu vesselam onlara izin vermedi. Gence sordu: "Annen için böyle bir şey ister misin?" Genç: "Hayır dedi, Efendimiz aleyhisselatu vesselam: "Herkes senin gibi anneleri için böyle bir şey istemezler. Peki kız kardeşin için böyle bir şeyin olmasını ister misin?" Diye sordu Genç: "hayır" cevabını verdi. Efendimiz; "insanlar da böyledir, halaları için zina istemezler kendin için çirkin görüp arzu etmediğin bir şeyi başkaları için de arzu etme! Kendin için istediğini onlar içinde iste !" buyurdu
Reklam
Bilindiği gibi Hz. Aişe (r.anha), 2100'den fazla hadis rivayet etmiş ve en çok hadis rivayet eden sahabeler (el-Müksirün) arasında yer almıştır. Bu kadar çok hadis rivayet etmesinde zeki ve bilgili olmasının yanı sıra, Resulullah'tan sonra uzun süre yaşamasının payı da vardır. Resulullah'in Hz. Aişe ile genç yaşında evlenmesi ve onun Hz. Peygamber'den sonra uzun süre yaşamaya devam etmesi, böylece hadislerin günümüze kadar ulaşmasında ciddi anlamda katkıda bulunması ilahi bir hikmet olarak düşünülmelidir.
Sayfa 151 - Genç Nesil Y.Kitabı okudu
“Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet’in minareleriydi görülen, Ayasofya’nın kubbesi, Topkapı Sarayı’nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi.... Genç, umutlu, güzel... Şehre bakıyorduk denizden... Çocukluğumuza bakıyorduk; Balat sokaklarında çığlık çığlığa... Haliç’in sularında kulaç kulaca... Komşu mahallelerin çocuklarıyla yumruk yumruğa... Papazın bahçesinden çalınan erikler, Anemas Zindanı’nda aranan hazine, Tekfur Sarayı’ndaki hayalet, Patrikhane’deki İsa Peygamber, Süleymaniye’de bayram namazı, ayazmadaki kutsal su, yatırlarda uyuyan sahabeler, Eyüp’teki mezarlar, denizden çıkarılan haç... Dar sokaklara yayılan yemek kokuları... Birbirinin külüne muhtaç komşular... İstanbul’a bakıyorduk denizden. Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk... Onların gözlerindeki kendi kederimize. Çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa, kanımızda filizlenen korkaklığa... Elimizden alınan hayata bakıyorduk... Güneşli günlerimize, umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına... Sönen anılarımıza bakıyorduk, ölen hayallerimize, yıkılan düşlerimize... Sönen anılarımızı, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yüklenip, yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize... Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk...”
Genç Kardeşim!
Sahabeler tarafından Hz. Peygamber (s.a.s) Efendimize "Ya Rasûlallah! En hayırlı adam kimdir?" diye sorulduğunda "Sizin en hayırlınız görüldüğünde Allah'ı hatırlatan adamdır."(İbni Mace, Zühd,4.) diye buyurmuştur.
Sayfa 38 - MGV YayınlarıKitabı okudu
Şehre bakıyorduk denizden. Sisler içindeydi İstanbul... Sisler içinde deniz... Sisler içinde teknemiz. Sultanahmet’in minareleriydi görülen, Ayasofya’nın kubbesi, Topkapı Sarayı’nın kuleleri. Hiç yağmalanmamış, yıkılmamış, kirletilmemiş gibiydi şehir. Bembeyaz bir sisle örtmüştü doğa, ne varsa görüntüyü çirkinleştiren. Güneş doğmadan bir anlığına beliren bir hayal gibi... Büyülü bir bulut gibi... Bir masal imgesi gibi... Yeni kurulmuş bir kent gibi... Taze bir başlangıç gibi.... Genç, umutlu, güzel... Şehre bakıyorduk denizden... Çocukluğumuza bakıyorduk; Balat sokaklarında çığlık çığlığa... Haliç’in sularında kulaç kulaca... Komşu mahallelerin çocuklarıyla yumruk yumruğa... Papazın bahçesinden çalınan erikler, Anemas Zindanı’nda aranan hazine, Tekfur Sarayı’ndaki hayalet, Patrikhane’deki İsa Peygamber, Süleymaniye’de bayram namazı, ayazmadaki kutsal su, yatırlarda uyuyan sahabeler, Eyüp’teki mezarlar, denizden çıkarılan haç... Dar sokaklara yayılan yemek kokuları... Birbirinin külüne muhtaç komşular... İstanbul’a bakıyorduk denizden. Ölülerimizin yüzlerine bakıyorduk... Onların gözlerindeki kendi kederimize. Çaresizliğimize bakıyorduk, avuçlarımızda büyüyen zavallılığa, kanımızda filizlenen korkaklığa... Elimizden alınan hayata bakıyorduk... Güneşli günlerimize, umut dolu sabahlara, eğlenceli bahar akşamlarına... Sönen anılarımıza bakıyorduk, ölen hayallerimize, yıkılan düşlerimize... Sönen anılarımızı, ölen hayallerimizi, yıkılan düşlerimizi yüklenip, yorgun bir şilep gibi bizden uzaklaşan şehrimize... Şehrimizle birlikte yitirdiğimiz kendimize bakıyorduk...” Ahmet Ümit/ İstanbul Hatırası
Reklam
21 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.