“Ejderhalar ne erkektir ne de dişi. Barth bunun doğruluğunu gördü. Bir öyle idi, bir böyle; alevler kadar değişken. Lisan bizi bin yıl boyunca yanılttı. Kehanetteki kişi Daenerys, dumanın ve tuzun ortasında doğdu. Ejderhalar bunu kanıtlıyor.”
“Altı üstü bir kılıç,” dedi, bu sefer yüksek sesle...
...ama öyle değildi. İğne Robb’du, Bran’dı, Rickon’du. Arya’nın babasıydı, annesiydi hatta Sansa’ydı. İğne, Kışyarı’nın gri duvarları ve kalenin insanlarının kahkahalarıydı. İğne yaz karıydı, Yaşlı Dadı’nın hikayeleriydi. Kırmızı yaprakları ve ürkütücü yüzüyle yürek ağacıydı. Çam bahçelerinin ılık ve topraksı kokusuydu, Arya’nın pencerelerini titreten kuzey rüzgarının sesiydi. İğne, Jon Kar’ın dudağındaki gülümsemeydi. Eskiden saçlarımı karıştırır ve bana küçük kardeşim derdi, diye hatırladı Arya, gözleri birdenbire yaşlarla doldu.”
“Burada Stark Hanedanı’ndan Arya için yer yok, diye düşünüyordu. Arya’nın yeri Kışyarı’ydı ama Kışyarı gitmişti. Kar düştüğünde ve beyaz rüzgarlar estiğinde yalnız kurt ölür ama sürü yaşamaya devam eder.”
“Şimdi hepsi yanıyor, dedi kendine, bu düşünceden zevk alarak. Öldüler ve yanıyorlar. Her biri. Bütün entrikaları, komploları ve ihanetleriyle birlikte. Bu benim günüm. Bu benim kalem ve benim krallığım.”