İşin daha garip, belki de daha vahim yanı ise şudur: Eğer tarihte daha önce eşine rastlamadığımız, kabul edilmesi imkânsız ama yine de hızla büyüyen mevcut toplumsal eşitsizliğin ve zenginlerle toplumun geri kalanı arasındaki hızla derinleşen uçurumun savunulmasında rol oynamamış olsaydı, bu yaklaşımların bir gün dahi ayakta kalması mümkün olmazdı. Demek ki dünya çapında büyük bir ahlaki krizin içindeyiz. Halbuki liberal kapitalizmin en büyük düşünürü Adam Smith daha 18. yüzyılda şöyle diyordu: “Zengin ve güçlü olanlara hayranlık duyup onlara neredeyse taparken, fakir ve muhtaç durumdakileri hor görme veya en azından görmezden gelme eğilimi ahlak anlayışımızı çökerten en büyük ve en yaygın nedendir.” (Arka kapaktan)
Daha önce #edebiyataövgü üzerine söyleşisini okuduğum Bauman; bu kısa incelemesine ünlü ekonomistlerden verdiği istatiksel Zengin&Fakir eşitsizlik örnekleriyle başlıyor. Öyle ki, artık en zengin yüzde birlerine değil 0,1'lerin karşılaştırılması gerektiğini vurguluyor. Yani; kapitalizmin dünyayı getirdiği noktanın, korkunç bir eşitsizlik olduğu gerçeği.
Bu durumun halen korunması olgusunu ise kodlarımıza kadar yanlış işlenmiş inançlar olduğunu ileri sürüyor: Ekonomik büyümenin çözüm görülmesi, sürekli artan tüketim, insanların eşit yaratılmadığı doğallığı ve rekabetin adaletin anahtarı olarak görülmesi.
Açıkçası; bu istatistikler, insanlığı 'Bir şeyler yapmalı?' noktasında bir dürtü yaratmalıdır, elbet. Ancak yazarın durum saptaması yapıp, bilim adamlarının görüşlerine ek olarak YENİ bir şeyler soyleyebilmesini tercih ederdim: Kısa özet halinde durum tespiti sadece...