Distopik bir dünyada, reklamları artık ekranlarda ya da dergilerde değil de, bizzat insanların arasında görmeye başlarız. Bu ‘tanrısal’ güzellikteki robot/canlılara tanrılar denir ve onları arka planda kumanda eden gerçek insanlar vardır. Bize sunulan ikilem; çok çirkin ve istenmeyen bir kadın olup, görünmez yerlerden bu güzel canlıları yönetmek, sahte de olsa onlar gibi hissetmek mi, yoksa çirkin olmayı kabullenip çirkin hayatımıza devam etmek mi? Yani pudra şekeri tadında bir yanılsama mı yoksa en acı biber tadında gerçek hayat mı? Hayatta istediğin hiçbir şey olmuyorsa, acılı gerçeklik ne işine yarar? Çirkin kadın, roman boyunca yanılsama hayatı seçmiş, bunu hep beklemiş, haz almıştır. Sonunda çirkin kadın, çirkinliğine vurgu yapılarak cezalandırılmış, güzel kadın ise robot ama masumdur. Yazar ironi yoluna gitmiştir diyemiyorum zira çirkin, hatalarını yapmasaydı da kabul görmeyecekti. Yazarın, kitaplarını yayınlama aşamasında uzun süre erkek adı kullanmış olması, kadın olduğunun sonradan ortaya çıkması kitaplarına ilgiyi artırmışsa da, Uzaktan Kumandalı Kız‘ın yaratıcı bir distopya olması dışında, çocuk masallarındaki olay akışından çok bir farkı yok. Ayrıca kitabın çevirisinin çok iyi olmaması okuma zevkini düşürüyor.