¹³⁷(Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah 86. 400 dolar para yatınlıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor, günün bakiyesini yakıyor. Ne yaparsın? Tabii ki hepsini harcamaya çalışırsın; Hepimiz, zaman adlı bu bankanın müşterileriyiz. Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz; yarına transfer edilemez, Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini şu anı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla yatının yap. Mutluluk, sağlık ve başarı için. Zaman kaçıyor. Her gün için en iyisini yap. Bir senenin değerini anlamak için sınıfta kalmış bir öğrenciye sor. Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor. Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir çilekeşe, Bir saatin değerini anlamak için, kavuşmayı bekleyen sevgililere sor. Bir dakikanın değerini anlamak için, treni kaçıran yolcuya sor. Bir saniyenin değerini anlamak için, bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor. Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor. Her anını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş. Zamanına ortak edebileceğin kadar özel biriyle. Unutma ! Zaman hiç kimse için durmaz . Geçmiş zaman tarihtir. Gelecek zaman sırlar, meçhullerle dolu. Sadece şu an sana verilen gerçek bir armağandır . Gün bugündür ... Vakit : Şimdi ! Bir ideal sahibi olun ve idealinizi gerçekleştirmek için çalışın. Bu size aynca mutluluk verecektir." (İnternetten indirilmiştir).
Sayfa 103 - Otto YayınlarıKitabı okuyor
Fatiha
Bismillahirrahmânirrahîm: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” anlamına gelir. Hamd ise “şükür” demektir. Surenin devamında geçen bir kavram bulunmaktadır. Bugünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tercümesinde bu kavram aşağıda sizlerin de görmüş olduğunuz gibi “hesap ve ceza gününün maliki (sahibi)” olarak aktarılmıştır. Ancak bu ne yazık ki
Reklam
'Oğlum Mustafa ilkokulun son sınıfındayken karnesini öfkeyle önüme attı.''Senin paradoksların yüzünden matematikten iyi not alamadım'' dedi. Henüz on bir yaşında olan oğlumun paradoks sözcüğünü kullanmasından hafif bir gurur duymakla birlikte, bu suçlama beni üzdü. ''Ne gibi paradokslar?'' diye sordum. Mustafa açıkladı: Öteki anneler, çocukları iyi karne getirmeyince, onlardan hesap soruyor, onları azarlıyorlarmış. Bende, gerçek kültürün, okullarla ve üniversitelerle hiçbir ilgisi olmadığını anladığımı söylüyormuşum, bir insanın bir yığın diplomayla karacahil kalabileceğini savunuyormuşum. Tanıdığım en bilgili ve en kültürlü insanlardan biri olan Abidin Dino'nun ortaokul diploması bile almadığını boyuna anlatıyormuşum. Asıl amaç, diplomalı değil, bilgili ve kültürlü olmaktır diyormuşum. Buna benzer paradokslar yapıyormuşum sabahtan akşama kadar. İşte, çok kitap okuyan Mustafa da, bu aykırı düşüncelerim yüzünden, bol bol kitap okumuş, dolayısıyla matematik dersine boş vermiş, sonuçta kötü not almış. Oğlum bir daha karne getirdiğinde ciddi pozlar alıp yazı masama oturdum, okuma gözlüklerimi taktım, karneyi dikkatle inceledim. Sonra, sert yapmaya çalıştığım yapay bir sesle, ''oğlum, matematkten daha iyi bir not alabilirdin'' dedim. Mustafa karneyi öfkeyle elimden kaptı, ''Ben de seni adam sanmıştım, tıpkı öteki anneler gibisin'' dedi. Yani oğluma gene yaranamamıştım; çünkü çocuklarınıza yaranabilmenizin yolu yoktur nasıl olsa. ''
Son derece geleneksel birkaç filozofun içinde bile, dışarı çıkmaya çalışan birer anti-filozof vardır. Blaise Pascal, 'Felsefeyi yalınlaştırabil­mek, gerçek bir filozof olmaktır,' demiştir ve dünyayı şı­rıngayla, bilek saatiyle, hesap makinesiyle ve halk oto­büsleriyle -vakum kuramının temellerini atmasını sayma­yalım- ilk tanıştıran adam olarak, söylediklerinde bir otorite tınısı vardır. Felsefenin babası Sokrates, bir tür palyaço, ironi ustası ve kendini kanıtlamış bir kara cahil­di. Aşçılar ve taş ustaları olmadan, profesyonel filozoflar olamazdı. Full-time aydınlardan oluşan bir topluluğu yal­nızca ekonomik artıkların arkasında bulabilirsiniz, düşü­nürler bu noktaya gelene kadar avcılarla dayanışma içinde olmak zorundadırlar. 'DüŞünüyorum, öyleyse birileri angarya iş yapmış,' sözü, böylesi bir düşünce biçiminin anti-Kartezyen bir ilkesi olabilir. Alman filozof Fichte, Transandantat Egoizm adını verdiği bir kuram geliştir­miştir, fakat bu kurama yöneltilen eleştirllerin birinde ol­duğu gibi, insan Bay Fichte'nin bu kuram hakkındaki kendi görüşlerini merak ediyor. 'Erkek düşünüyor, öyleyse kadın pis işleri yapıyor, ' sözü, feminizmden hiç de fazla uzak değildir. Ya da belki de: ' Erkek düşünüyor, öyleyse kadının düşünme izni yok. '
Pdf
Namaz kılan bir kimsede olumsuz karakter özelliklerinden herhangi biri görülüyorsa; bencillik, sabırsızlıktan dolayı feryat etme, cimrilik, iyiliği men etme, yalancılık gibi vasıflar ona hakim olduysa; o kimse gerçek anlamda namaz kılmamaktadır. "Namaz sürekli Allah'ın huzurunda hesap verme bilincini, yapılmasında her türlü hayrın bulunduğu Allah'ın emirlerini ve her türlü kötülükten alıkoyan yasaklarını hatırlamanın vasıtasıdır. Bu durum, namaz kılanı hakkı, adaleti ve hayrı işlemekte aktif hale getirmekte; günah ve kötülüklerden sakındırmaktadır. " Ahlaki güzellikleri olumlu yönde etkilemeyen bir namaz, insanın ruhunu saflaştırması; zihnini ve kalbini Allah'a odaklaması hususunda hiçbir fayda sağlamaz. Kur'ân-ı Kerim'de "Namaz ibadetinin, insanı çirkin fiillerden ve akla, sağduyuya aykırı olan her türlü şeyden alıkoyduğu" ifade edilmiştir
Sayfa 221Kitabı okudu
2007 yılının Nisan ayı türbülans ayıydı. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, karargahta basın toplantısı yaptı, "Cumhuriyet'in temel değerlerine sözde değil, özde bağlı bir cumhurbaşkanı seçileceğine inanıyor, umut ediyoruz" dedi. Cumhurbaşkanı Sezer, Harp Akademileri'nde konuştu, "rejim hiçbir dönemde bu kadar büyük
Reklam
3.cilt
578. İbni Mes'ûd radıyallâhu anh şöyle dedi: Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem yere bir dörtgen çizdi. Dörtgenin ortasına, onu bir kenarından keserek dışarı çıkan bir çizgi çekti. Ortadaki bu çizginin iki yanından ona doğru birtakım küçük çizgiler daha çizdi. Sonra çizgileri göstererek şöyle buyurdu: “Şu insan, şu da onu kuşatan (veya
varoluş
Search for: Arama.. Atatürk’ün Nutuk Adlı Eseri Atatürk Ansiklopedisi > Genel > Atatürk’ün Nutuk Adlı Eseri 31 Ara Atatürk’ün Nutuk Adlı Eseri PDF
De ki: 'Gerçek anlamda zarara uğrayanlar, Hesap Günü'nde hem kendilerini hem de ailelerini ziyana sürükleyecek olanlardır! Dikkat edin, bu gerçekten de apaçık bir hüsrandır!'
Sayfa 220 - Minber YayınlarıKitabı okudu
Tatiller, kelimenin tam anlamıyla kaybedilebilen bir zamanın arayışıdır, ama bu kaybın kendisi de bir hesap sürecine dahil olmadan ve bu zaman (aynı zamanda) bir şekilde "kazanılmış" zaman olmadan. Üretim ve üretim güçleri sistemimizde zaman sadece kazanılabilir. Bu yazgı, etkisini çalışma üstünde olduğu gibi boş zaman etkinlikleri üstünde de gösterir. Sadece zamamımızı "değerli kılabiliriz", bu değerli kılmayı zamanı şaşılacak şekilde boş bir biçimde kullanarak yapsak da. Tatillerin boş zamanı, tatilcinin özel mülkiyeti, yıllık alın teriyle kazandığı, sahip olduğu, tıpkı diğer nesneler gibi zevk aldığı bir nesnedir, dolayısıyla bütünsel bir vazgeçilebilirliği, gerçek özgürlük anlamına gelen zaman yokluğuna sunmak üzere bu boş zamanı (armağan edilen nesnede olduğu gibi) veremez, feda edemez: Tıpkı Prometeus'un kayasına sımsıkı bağlı olmasında olduğu gibi tatilci de "kendi" zamanıma. üretim gücü olarak zaman söylenine sımsıkı bağlıdır.
Sayfa 183 - KindleKitabı okudu
Reklam
Bu konu hakkında düşünme gereğinin ikinci nedeni, bu dikkat parçalanmasmm sadece bireysel düzlemde değil toplum genelinde de krizlere yol açıyor olması. İnsan türü olarak, iklim krizi gibi eşi görülmemiş bir sürü fay hattı ve tuzakla karşı karşıyayız ve önceki kuşakların aksine, bu büyük güçlükler karşısında pek harekete geç­miyoruz. Neden peki? Bunun kısmen dikkat anzalandığında sorun çözme becerisinin de arıza yapmasından kaynaklandığını düşünü­ yorum. Büyük sorunların çözülmesi için pek çok insanın uzun yıllar boyunca o sorunlara odaklanması gerekiyor. Demokrasi bir halkın gerçek sorunları teşhis edebilecek, bunları kuruntulardan ayırt ede­bilecek, çözüm bulabilecek, çözüm sunamayan liderlerden hesap so­rabilecek ölçüde dikkat verebilmesini gerektiriyor. Bu becerinin kaybolması, gereğince işleyen bir topluma sahip olma kabiliyetinin de kaybolması demek oluyor. Dikkat konusunda baş gösteren bu kri­zin demokrasinin 1930'lardan bu yana yaşadığı en büyük krizle ça­kışmasının tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Odaklanarnayan insanlar basit otoriter çözümlere daha fazla yönelecek, bu çözümler başarısız olduğunda da durumu açık seçik göremeyeceklerdir. Twit­ter ile Snapchat arasında gidip gelen dikkat yoksunu yurtlardan oluşan bir dünya, hiçbiriyle başa çıkamadığımız krizlerin sağanağı altında kalan bir dünya olacaktır.
Sayfa 21 - Metis Yayınları
Belki de Said Nursi ; " Osmanlı Avrupa'ya gebe, Avrupa Osmanlı 'ya gebe" derken bunu kast etmiştir. Yani doğu insanı ninni ve manilerle büyüdüğünden hislerini sözlü dile getirip her şeyi yazıya dökmezdi, batı ise sol beynini çok kullanmasından olsa gerek her şeyi yazıya döküp kendisini sürekli hesap kitap içerisinde bulmuştur. Oysa her iki unsurda bir arada olmalıydı, yani hem edebiyat hem matematik. İşte bu yüzden Bediüzzaman birbirine gebe olmamak için her ikisini birlikte kullanmaya işaret etmiştir. Zaten beynin sağ ve sol lobunu dengeli bir şekilde kullanan toplumlar gerçek manada medeniyet olabiliyor.
Sayfa 26 - Armada, Panama Yayıncılık
Bir yerde toplumumuzda yazan çizen herkesin, bu gibi tartışmalı konular üzerinde ne düşündüğünü yazıp ortaya koyması gerek. Eğer sanatçılarımız hakkındaki değerlendirmelerimizi, kültürel yaşamımızı yorumlayışımızı ve önerilerimizi yazarak, tartışma alışkanlığına erkenden geçse idik, ulusal değerlerimiz hakkında kapalı kapılar ardında karar verilemez, daha geniş gruplara hesap vermek gereğini duyan yöneticiler daha az olumsuz işler yapar ve sorumlu davranmak zorunda kalırlardı. En azından bazı yabancı filmler rahat görülür, bazı kitaplar rahat okunurdu. Batı kültürü rahatça ve gerçek yüzüyle bu ülkeye girdiği gibi, dış ülkelerde tanıtılmaya çalışılan Türk kültürü de daha çok gerçeği yansıtırdı.
o kadar doğru ki...
Eğer insan uyumadan (yani boyun eğdiği zorunluluk içinde ihtiyarını kaybetmeden) uymayı başarabilirse gerçek yerine sahip çıkmış olur. İnsanın gerçek yeri yalıtılmış birey olarak başrolde kalışı dolayısıyla değil, aşkın (ahlâkî değerlerin yüklendiği) ölçüler hesapta tutularak özerkliğini koruyabilmesi dolayısıyla ortaya çıkar. Bu gerçek yerinde insan her an vereceği hesap dolayısıyla hareketlerini düzenlediği, yani kesintisiz olarak “son sözün söylendiği” mevkii terk etmediği için başroldedir. İşin garip tarafı insanların birbirinden çok farklı ahlâkî değerlere sahip olmalarına rağmen bu böyledir.
Biz istiyoruz ki, bu topraklar üzerindeki insanlar, kafalarında taşıdıkları fikirlerden dolayı değil, bu yurdun ve bu halkın yararına yahut zararına yaptıkları işlerden hesap versinler. Bu iş incelenirken, koltuğuna ısınmış beş on hazır yiyicinin menfaati, keyfi değil, milletin hayrı düşünülsün. Ve insanları sahiden insan eden o büyük nimet: Hürriyet, riyakar ağızlarda «adam avlama yemi» olarak kullanılmasın. Sabahattin Ali
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.