Bir geyik üzerine kurulmuş nefes kesici, şahane bir kitaba başlamak üzeresiniz. Kulağa çok değişik gelmiyor mu?
Kazaya sebebiyet veren geyik…
on beş yılını ve sevgilisini çaldıktan sonra Antoniyi bulup özür mahiyetinde Antoninin apartman hayatına dahil olan geyik…
Estetiğin , güzelliğin , dış görünüşün bu kadar önemli olduğu bir dünyada kazada yüzünü kaybetmesi sonucunda On beş yıl boyunca insanlardan saklanmış Antoniyi okuyoruz. Evet kitap tam olarak yazarın hikayesi . Bu tarzıyla da otobiyografik bir eser diyebiliyoruz. Kitabın ilerleyen sayfalarında yazarın hayal gücünün de devreye girmesiyle bazı gerçekler gerçeküstü kavrama bürünürken tam tersi de olabiliyor. Düşünüp dururken altı çizilecek şahane cümlelere de rastgeliyorsunuz. Harika çıkarımlar , harika yorumlamalar ile yazılmış değerli cümleler.
Yüzünü aynalardan sakınmış Antoninin kitabın ilerleyen sayfalarda bir transseksüel ile yaşadığı aşk da bir o kadar ilginç. Toplumun normlarına adeta bir başkaldırı içerisinde yüz ameliyatını bile reddeden Antoni , hayatını kitap yapmaya karar verince kitabının yönetmen Pedro Almovar tarafından film yapılıyor olduğunu hayal eder. Bundan sonrası sanki her şey bir filme çekiliyormuş gibi. İşte de kitabın gerçeküstü tarafı. Ee kitabın da adı zaten ‘Almodovar Teoremi’.
Yazarın ilk kitabının bu kadar başarılı bir kalemle ele alınmış olması okuyanları mutlaka şaşırtacaktır. Zaten 2008 de İspanya’nın en iyi romanı seçilmiş.
Dilerim ki okuru bol olsun , herkes Antoni ile tanışsın.
Yalnızca karanlıktı içimizde korku uyandıran. Din denilen şeyin tohumları bile atılmamıştı daha; görünmeyen bir dünya kavramı yoktu içimizde. Salt gerçek dünyadan haberimiz vardı, korktuğumuz şeyler gerçek şeylerdi; somut tehlikeler...
Belki de karanlıkta gerçeküstü bazı varlıkların yaşadığı düşüncesi de, karanlıkta gerçekten yaşayan bu yırtıcı yaratıkların uyandırdığı korkudan kök alarak gelişmiş ve zamanla görünmeyen, korkunç bir dünyanın varlığına inandırmıştı insanları. İnsanoğlunun imgelemi geliştikçe ölüm korkusu da artmış olabilir. Öyle ki Ahali bir yerde karanlıkla ölümü özdeşleştirip, o karanlığı hayaletlerle doldurmuştur sonunda.
Momo; özellikle gündelik kaygıların peşine düşüp saniyeler kazanmak için bir şeylerden tasarruf ettiğimiz zamanlarda bize zamanın değerini hatırlatacak bir kitap. Aynı zamanda Momo bize dostluğu ve karşımızdaki insanı dinlemenin önemini de anlatıyor.
Kitap, tiyatro harabelerinde tek başına yaşayan Momo adlı bir kızın öyküsünü anlatıyor. Momo
Bülbülü Öldürmek kitabı; bilinen Dünya klasikleri arasında edebiyatseverlerce dönemini aşan birtakım sosyal konularda akis uyandırmış otobiyografik bir eser.
Kitapta,Amerika'nın güneyinde bulunan Maycomb kasabasında
Bir çocukla bir yetişkinin korkuları arasındaki fark işte bu, diye düşündü Sarah, gözünü kırpmadan rüzgârı dinlerken. Çocuklar gerçeküstü şeylerden, uçan gizemli adamlardan, gardıroptaki canavarlardan korkarlar ama anneleriyle babalarının onları dünyadaki kötülüklerden koruyacaklarına inandıkları için yeniden uykuya dalarlar. Karanlık pencerenin ötesinde pusuya yatmış gerçek tehlikeli yaratıklardan bihaberdirler çünkü. Kara adam ya da olabilecek en korkunç canavardan daha karmaşık olan korkuları bilmezler. Çünkü bu canavarlara bir ad koymak için ne kadar uğraşırsak uğraşalım onların ne yüzleri vardır ne de ete kemiğe bürünmüşlerdir.
" İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendisini bilmezsin,
Ya nice okumaktır?…"
- Yunus Emre
Bu inceleme belki de yazmakta en çok zorlanacağım incelemelerden biri olacak: Filibeli Ahmet Hilmi’nin kaleme almış olduğu A’mâk-ı Hayal.
A’mâk-ı Hayal, edebiyatımızın ilk felsefi ve gerçeküstü romanıdır. Bu yönüyle eser
Yunanistan, Batı medeniyetinin bir uzantısıdır. Doğu'nun en güçlü temsilcisi olan ülkemizi küçülten, ama tamamen yok etmeyi başaramayan güçler, bu misyonlarını tamamlamak için fırsat kollamaktadır . "Neden Birinci Dünya Savaşı'nda işimizi bitirmediler?" diye sormak abestir.
Bu düşünce modeli içinde ne uluslararası siyasetin gerekleri konuşulabilir, ne de rasyonel bir tahlil yapılabilir. Sanki yeryüzündeki bir ülkede değil de, bir masal diyarında yaşar gibiyiz. Güçlü kötüler, küçük iyiye karşıdır ve gerçeküstü boyutlarda süren bu mücadelede iyi, ayakta kalmayı başarmaktadır .
Alışageldiğimiz bu söylemi bir yana bırakır gerçek dünyaya dönersek, bunların hiçbirinin doğru olmadığını görürüz. Türkiye'nin çökertilmesi için, bölgede onun yerine konulabilecek bir gücün olması gerekir. Böyle bir güç şu anda yoktur. Yunanistan Türkiye'nin yerini alamaz. Çünkü ondan beklenen hiçbir rolü oynayamaz. O, aslan terbiyecisinin elindeki kırbaç gibidir. Kırbaçla aslan birbirinin rakibi değildir. Kaldı ki eğer bu kadar çok düşmanımız gerçekten olsaydı, böyle uzun boylu hesaba gerek kalmazdı ve hepsi birleşip bir gecede işimizi bitirirlerdi .
Herkes düşmansa hesabımızı kim soracaktı ?
Ege'deki sorun iki tarafı keskin bir kılıç gibidir. Türkiye'yi belli bir yöne çekmek için kullanılabileceği gibi Yunanistan'a da yönelebilir ve bu sefer çanlar Yunanistan için çalar ...
Açıkçası hiç bilmediğim bir yazar. Macar edebiyatına dair bir okuma yapmak ve bilmediğim bir yazarı keşfetmek amacı ile okudum. Değişik edebi türleri bir arada kullanarak , yer yer gerçeküstü bir hikaye anlatımı yapmış yazar. Başlangıçta anlatıcı oğul iken bazı bölümlerde anneye geçiş yapılmış, geçişleri anlamak biraz zaman alıyor. Anlatımı genelde yalın olmakla beraber,zaman zaman gerçeküstü bölümlere yer verdiği için bu bölümlerde dil biraz yoğunlaşıyor.Yazar hemen her sayfada başka yazarlardan da atıf yapıyor. Yazarı tanımak isteyenler için iyi bir başlangıç olabilir.