Ali Gezginci

İstanbul, bilhassa Tanzimat'tan sonra, gâfil aydınların ve yönetici zümrelerin jakoben tutumları yüzünden, bir neslin, sonraki nesilleri kendi inşa ettiği şehir çerçevesinde yaşamaya mahkûm eden Batı şehirlerine benzemeye başlamış, bu yüzden kendini yenileyemediği gibi, kendi kültürünü de üretemez hâle gelmiştir.
Reklam
Başta İstanbul olmak üzere, bütün Osmanlı şehirleri oluşurken, mesken mimarisinde daha çok ahşap ve kireç gibi dayanıksız malzemelerin tercih edilmesi doğrudan doğruya Islami dünya görüşü ve tasavvufi duyarlıkla ilgilidir. Ahşap, taşla temsil edilen kalıcı, değişmez büyük değerler sistemi karşısında günlük hayatı tanzim eden çerçevelerin değişmeye açık ve dinamik süreç oluşunu ifade etmektedir
Özellikle âbide niteliği taşıyan camiilerin etrafındaki evler inşa edilirken son derece hassas davranıldığına dikkatimizi çeken Turgut Cansever, mesela Sü- leymaniye Camii çevresindeki evlerin pencerelerinin, camii daha büyük göstermek için vasatî pencere ölçeğinden daha küçük imal edildiğini söylüyor. Üsküdar Mihrimah Sultan Camii'nin arkasındaki sadrazam konaklarında da pencereler daha küçük tutulmuştur. Böylece âbidevi camiiler akıl almaz bir nisbî büyüklük kazanmaktadır.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Meselâ Edmondo Amicis, Avrupa şehirlerinde gözün ve düşüncenin hemen her zaman dar bir çerçeveye hapsedildiğini, İstanbul'da ise, her ân sınırsız ve latîf uzaklıklara kaçacak bir yol bulabildiğini söyler. Bu yaklaşım, sadece şehir ölçeğinde değil, ev ölçeğinde de uygulanmıştır. Barınmak için vücuda getirilen oda, bir tarafından sokağa, bir tarafından bahçeye, bir tarafından yandaki sofaya bakmak üzere pencereler açılarak sonsuz mekânla irtibatlı hale getirilir. Yani ev, tabiî çevreden kopuk, kendi içine kapalı bir mekân olarak değil, çevrenin tabiî bir uzantısı gibi, tabiatla ve mimarî dokuyla ilişkileri açısından düşünülmüş, malzeme de aynı mantıkla kullanılmıştır. Amaç gösteriş, yarış, servet veya güç teşhiri değil, çevreyle en uyumlu çözüme ulaşmaktır.
Rönesans büyük bir yanılgıyı yaşıyor, sabit bir noktadan ve tek bir bakış açısından bütün varlığın kavranabileceği yolundaki düşünceyi mimariden resme. felsefeden bilime kadar bütün insan faaliyetlerinin temeline yerleştiriyordu. Bu görüş, şehirleri dondurmuş ve sanatı yaşanan değil, seyredilen faaliyet haline getirmiştir.
Reklam
Türk İstanbul'da mesela roma devrinde olduğu gibi, imparatorun sonsuz varsayılan kudretini ifade eder mahiyette yollar yoktur. Yollar tabii oluşum sürecinin bir neticesi olarak ortaya çıkar. Bu süreçte yatin edici faktör, yukarıda ifade edildiği gibi insan ölçüsüdür.
Bahçesinde yetiştirdiği çiçeği, ağacı, bahçe duvarının üzerinden taşırıp sokağı, yani komşularının da yaşadığı çevreyi güzelleştiren eski Türk insanının, kolektif ve inşâ edilmiş ortamla tabiati bütünleştirme şuurunu ve sorumluluk duygusundaki yüceliği hatırlatan Cansever, bugünkü şehirlerimize hâkim olan tabiat-yapı ilişkisinin insanı tabiat karşısında da yabancı bir seyirci durumuna düşürdüğünü söylüyor
Bu eziklik, Türk toplumunu kendi değerlerini takdir etmekten âciz hale getirdiği için, şehirlerimizdeki tarihî dokunun bütünüyle yok olmasına yol açan bir süreci başlatmıştır. Asır başından beri Türk aydınlarının genel kanaati, Türk- Osmanlı toplumunun göçebelikten kurtulamadığı, derme-çatma evler ve bunlardan oluşan köy benzeri şehirler inşa ettikleri yolundadır. Bu yanılgı, Türk-Osmanlı şehirlerinde mimarî dokunun temel birimi olan evde "küçük ölçü"nün niçin esas alındığını kavrayamamaktan ileri gelmektedir. Evin, ailenin değişen ihtiyaçlarına cevap verebilmek, yani "değişme"ye imkân sağlamak amacıyla küçük ölçekli tasarlandığını Türk aydınları uzun süre fark edememişlerdir. Daha da vahimi, bu yanılgı, son yüz yıl içinde Türk şehirlerinin bütünüyle yok edilmesinin de ana sebeplerinden biridir. Cansever'e göre, küçük ölçekli çevre içinde insan, çevresini ve onun birimlerini fark etme imkânını bulmaktadır. Ancak böyle bir ölçü düzeni, insanın mimarî değerleri, yeniyi ve güzeli her ân fark etmesini sağlayarak şaşkın bir seyirci durumuna düş- mekten kurtarır
Turgut Cansever'e göre, dev şehirlerin dev ölçekli yolları ve binaları arasında küçülüp yok olan insan, çevrenin oluşumundaki sorumluluğunu unutmuştur
Esas itibariyle aynı nitelikte ve aynı değerdeki evlerin tektonik kübist karakteri ve birbirlerine göre vaziyet alışlarının tezyini niteliği bütün Türk-Osmanlı şehirlerinin karakteristik vasfıdır. Meseleye yapı ölçeğinde bakıldığında, pencere dizileri, kiremit çatılar, ahşap karkas içinde tuğla dolgular ayrı ayrı tezyinîci bir üslubun ürünleri
Reklam
Batı kültür yaklaşımı temel üslup özelliği olan tasvircilik ve organik-dinamik bütünlük çözümü ile bütünlük içindeki birimlerin tek tek varlığını ve sorumluluğunu yok etmek iradesini ortaya koymuştur. Bu yaklaşım içinde sanat eseri, insan çevresinde yer alan tasvirci unsurlarla insanı ikna etmeye ve yönetmeye dönük bir iradenin âleti olmaktadır. İnsanın varlık ile aracısız, serbest, kısıtlanmamış ilişki içinde olması temel hakkı ve insan varlığının en üstün kuralıdır. İnsanın sorumluluğu, insanın bu hakkından ve yeteneğinden kaynaklanır. İnsanın sorumluluğu ile varlığı kavrama ve şekillendirme iradesi, insanın vücuda getirdiğini belirgin, sınırlı tarif edilmiş ve kavranılabilir yapmakla ortaya çıkar. Diğer taraftan insanın vücuda getirdiği her şeyin sınırlı olması insanın yapısının gereğidir.
Doğu sanatlarınının yaşanan bir dünya yaratmaya, Hristiyan sanatlarının ise temaşa, ikna ve anlatmaya yöneldikleri.
İslâm sanatına genetik estetik açısından bakan Turgut Cansever'e göre, İslâm'da da Tevhid, temel postula olduğu için, sanat alanındaki üslupların da temelini teşkil etmektedir. İslâm'a ve onun derunî yorumu olan tasavvufa göre, insan, kendisinin ve çevresinin farkında olma kabiliyetine sahiptir; bu da onu, insanî gelişmede en önemli adım olan sorumluluk şuuruna sevk eder. Bu şuur İslâm sanatının bütün dönemlerinde şekli unsurları ve berraklığı tayin eden kaynak olmuştur
Turgut Cansever'e göre, insanları bir çeşit esir sayan ve dev apartman bloklarına tıkıştırarak kollektivite ile şuurlu ilişkilerini imkânsızlaştıran bu merkeziyetçi-teknokrat despotizmi bütünüyle gayri ahlakîdir. En yoksul insanların da, özel bilgi ve yeteneklerle geliştirilmiş güzel bir çevrede yaşamaya hakları vardır.
Konut sadece yağmur ve soğuktan koruyan barınaklar olarak görüldüğü ve insanın güzel bir dünyada yaşama ve çevresinin oluşmasına katılma hakkı ve sorumluluğu kabul edilmediği sürece, insana yaraşır güzel bir çevre meydana getirmek mümkün değildir
151 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.