Kendimi bir girdap içinde hissediyorum. Şu koca nehirlerin oluşturduğu derin girdaplar varya onların içine düşmüşüm de içinde dönercesine nefesim kesiliyor. Nefesim yetmiyor haykırmaya, hem boğazıma sular dolmaya başlıyor. Ve ayaklarım bir türlü yere değmiyor. Ta bir an göçüp gideceğim. Kendimi bitkin bir şekilde kıyıda buluyorum.
110 sayfalık bu kitabı okurken her satırda Diana’nın yavaş yavaş ellerinizden kayıp gittiğini hissedeceksiniz.
Gerçek bir hikayeden alınan bu minicik kitap boğazınızı düğümleyecek. Her sayfada göremediğimiz ya da gördüğümüz halde yetemediğimiz için elimizden kayıp giden çocukların içindeki korku, sıkıntı, mutsuzluk bir girdap gibi sizi içine çekecek.
Kitap bittiğinde içinizde kocaman bir boşluk ve çaresizlik kalacak. Kim bilir kaç çocuğa yetememiş, el uzatamamış olmanın acısı saracak ruhunuzu. Halbuki biraz daha uzun bakabilsek “içlerinde bir yerlerin paramparça olduğuna” şahit olacaktık.
Diana ile her ailenin kutsal olmadığını, her çocuğun mutlu olamadığını bir kez daha fark etmiş olmanın ağırlığı ezecek yüreğinizi.
“Beni ağlama hakkından yoksun bıraktılar!” cümlesini okurken ağlama hakkından yoksun bırakılan her çocuk için binlerce gözyaşı dökmek isteyeceksiniz.
Dünya acı ile doğan, acı ile yoğrulan, acı ile var olan çocuklarla dolu. Ve sanırım en zor kısmı da tüm bu acıların bir çocuğun sığınağı olması gereken “evlerinde” yaşanıyor olması.