Uzaktakine uzaklığının söylemini söylerim durmamacasına; doğrusu görülmedik bir durumdur bu; öteki gönderge olarak uzakta, seslendiğim varlık olarak buradadır. Bu görülmedik çarpıklıktan, bir tür katlanılmaz buradalık doğar; iki zaman arasında, gönderge zamanıyla söyleyim zamanı arasında sıkışıp kalmışım: gittin (bundan yakınıyorum), buradasın (sana seslendiğime göre). Şimdiki zamanın, bu zor zamanın ne olduğunu anlarım o zaman: an bir kaygı parçası.
Uzaklık sürer, katlanmam gerekir. Öyleyse onu kullanacağım: zamanın çarpıtılmışlığını gidiş gelişe dönüştürecek, uyum üretecek, dilin perdesini açacağım (dil uzaklıktan doğar:
çocuk kendine bir makara yapmıştır, atar, yakalar, böylece annenin gidişine ve dönüşüne öykünür: bir örnekçe yaratılmıştır). Uzaktalık (ayrılık) etken bir uygulama, bir yoğun uğraşı olur (başka bir şey yapmamı engeller); çok işlevli bir düşlem yaratımı söz konusudur (kuşkular, serzenişler, istek ler, hüzünler). Bu dilsel sahneleme ötekinin ölümünü uzaklaştırır: derler ki, çocuğun annesini daha uzakta sandığı dakikayla şimdiden ölmüş olduğunu sandığı dakikayı kısacık bir an ayırır birbirinden. Uzaktalıkla oynamak, bu anı uzatmaktır, ötekinin uzaktalıktan dosdoğru ölüme düşeceği anı geciktirebildiğince geciktirmektir.