İlk paragrafı okuduktan sonra gözlerimi kapatıp düşünmeye başlıyorum. Hep böyle yaparım. Kimi zaman ilk paragraftan, kimi zaman daha da sabırsız davranıp ilk cümleden sonra nasıl bir dünyaya girmek üzere olduğumu düşünürüm. Her seferinde de ilk paragrafın bana sunduğu karakterleri, atmosferi, cümleleri kısa sürede terk edip yazara yoğunlaşırım. Neden böyle bir giriş yaptı? Bunları yazarken ne düşünüyordu? Giriş bölümünü kaç kere değiştirdi? İlk hali nasıldı? Yoksa bu satırları yazmaya başladığında konunun nereye gideceğini bilmiyor muydu? Yazmaya başlamadan önce havaya girmek için eline boş bir zarf alıp kapağına kocaman bir ünlem işareti koydu mu? Neden kocaman dedim? Ünlem işaretinin boyutunu belirten bir sıfat yok ki ortada. Ama okur benim; boyutlarla, sıfatlarla, renklerle dilediğimce oynayabilirim... Sadece bunlarla değil elbette; yazarın net bir şekilde belirtmek gereksinimi duyduklarının dışında her şeyle oynayabilirim. Bu yaptığımın saçma olduğunu ben de biliyorum ama dört dörtlük okur olmak gibi bir kaygım yok. Böyleyim ben; "bildiğimi okuyorum"...
Kapatıyorum kitabı. Gün boyunca ilk paragrafı düşüneceğim, böyle bir girişten sonra neler olabileceğini hayal edeceğim, sadece gizemli zarfı, onu paltosunun cebine tıkıştıran adamı değil, yazarı da düşüneceğim. Akşam kitabı tekrar elime aldığımda gün boyunca nasıl da saçmalamış olduğumu göreceğim. Hep böyle oluyor. Yazarın kurduğu dünyadan daha parlak bir dünya oluşmuyor kafamda.