Aslında her şey, gerçekte o kadar zengin olmadıkları halde zenginlere benzemek isteyen, bu yüzden de ancak birbirlerine benzeyebilen insanlarınki gibiydi:
ölü köpek devrilmiş şarap şişesi düşmüş bir ülke
kulağa ne kadar elemli geliyor ilk fısıltıda
bir haritayı okuyorum kuzeyi nedense göbeğimi gösteriyor
kollarım iki yana açık
denizkızlarının memeleri sandalımdan içre
saçları kapatıyor yalnızca gözlerinin maviliğini...
ey tüm kargalar nolur kılavuzum olun!..
içimde dedemden daha ölü bir ben var
kasım kasım kasım kasılıyor kasıklarım
da'yı ayrı yazsam bir türlü yazmasam bin
beni alkışlayın ve sürünerek çıkın hayatımdan
ölüme gelenlerin ölüsüne gelmem...
ey tümen tümen kargalar nolur kılavuzum olun!..
uyurken yürürken düşünürken ve yine uyurken
kitap istiflediğim düşünülürken
ilk yazdığım harf neydi hatırlamazken
ilk uykumu yedi hafta uyumuşken
beni sarsa sarsa uyandırır ilk yazdığım şiir...
ey bölük bölük kuzgunlar nolur yarenim olun!..
"Hayatını değil, insanlğımı isteseydim elbette korkardın. Ancak bu güzel hediye sana sonsuza kadar verildi. Onu senden almam mümkün görünmüyor. Bu bakımdan sen de benim gibi ölümsüzsün. Fakat birçok kişi için, insan olmanın zevkini ve keyfini çıkarmak değil, hayatı sürdürmek ve korumak daha önemli görünüyor. Ne pahasına olursa olsun yaşamaya çalışmakla, doğrusu çok büyük bir mutluluğu kaçırıyorlar. Acı ve ölüm korkuları onları yönetiyor. İşin kötüsü, bu korkuya Tanrı diyorlar. Oysa dünyayı korkuyla değil, bir insanın gözleriyle görselerdi, Tanrıyı görmüş olurlardı..."