Üç çocuklu bir aile olarak yaşadığımız yılları hatırlıyorum da, mutsuz değildik, ama mutlu da değildik, iki halin arasında olmaktık: mutlu/mutsuz, zengin/yoksul, sağlıklı/hasta, çalışkan/tembel, yerleşik/göçebe ve daha birçok sıfat.
Eski türklerde Bozkır Kültürü mevcuttu. Bu kültür, içinde göçebe bir hayatı barındırmaktadır. Dolayısıyla iktisadi hayat, çobanlık esasına dayanırdı. Türklerin serveti, yetiştirdikleri hayvanlar (at, deve, keçi, öküz vs.) ve bunlardan elde edilen yiyecek ve eşyalar idi. Elde edilen bu ürünler diğer devletlere de satılır; bir nevi ticaret yapılırdı. Ayrıca yine bu dönemlerde Çin’den Avrupa’ya giden ticaret yolları Türklerin denetim ve kontrolü altındaydı. Türkler iktisada o kadar önem vermişlerdi ki çeşitli illere orada yaşayan halkın genel meslekleri isim olarak verilmişti. Örneğin Doğu Türkistan’da Tarancalar (çiftçiler), Batı Türkistan’da Sartlar (tüccarlar) adında iki il bulunmaktaydı. Eski Türk devletlerinde servet ferdi değildi ve kazanç halka açıktı. Her bireyin ticaretten edindiği kâr cemiyet adına toplanır, meydana gelen büyük kazançlar cemiyet hesabına kurulacak büyük çiftlik ve fabrikalar için sermaye olarak kullanılmaktaydı. İktisadi Türkçülüğün hedefi, memleketi büyük sanayiye ulaştırmaktır.
Alfabeyi icat ettikleri söylenen Fenikelilerin alfabesinde sesliler yoktu. Onlardan alfabe fikrini alan diğer Sami toplumlar İbraniler ve Araplar da alfabelerine “alef ” ve “elif” dışında sesli harf koymadılar. Arıcak onlardan alfabe fikrini tevarüs eden Yunanlılar ilk kez seslilere de harf karakterleri vererek bugünkü modern alfabelerin
"Söyledim sana aşk da kalp de durduğu gibi durmuyor / En kısa iç çekiş dahi 'Afrika'ya dahil'/ Vedalarda mavi bir suskunun göçebe tarifi / Kadınlar bunun için mi uzun konuşur?"