1610 Ocak ayının ilk günlerindeki yıldızlı bir gecede, Galileo Galilei adlı Toskanalı bir gökbilimci, gözü tasarladığı bir tüpün ucuna dayalı, geç saatlere kadar ayakta kalmıştı. Bu tüp, nesneleri yirmi kat büyütebilen bir teleskoptu.
“Göklü bir hükümdara beslenen inancın yeryüzü hükümdarlarına da saygı uyandıracağına inanan Napoléon, Laplace’in büyük yapıtı Celestial Mechanics’de Tanrı adının neden hiç anılmadığını sorunca, büyük gökbilimci, ‘Efendimiz, o varsayımla işim yok benim’ diye karşılık vermişti. Tanrıbilimciler diş biliyorlardı tabii, ama Laplace’a olan öfkeleri, tanrıtanımazlık akımı ile devrim Fransa’sının türlü azgınlıkları karşısında duydukları korku yanında hiç kalıyordu. Hem o güne dek gökbilimcilere açtıkları her savaş boşuna çaba olmuştu.”
Kuyrukluyıldızlar Güneş Sisteminin oluşumundan kalma buz ve kaya kütleleridir. Arkalarında uzanan uzun kuyruklarıyla -sadece resimlerden olsa da- hepimizin çok iyi tanıdığı iyi bilinen fotojenik kuyrukluyıldızlar, aslında Güneş Sistemini tıpkı yumurta sarısının etrafındaki kabuk gibi çevreleyen, en yakın yıldızların neredeyse yarı mesafesinde bulunan çok büyük bir kuyrukluyıldız bulutundan Güneş Sisteminin iç kısmına nadiren gelen ziyaretçilerdir. Bu bulut, kuyrukluyıldızlarla ilgili çalışmalar yapmış ve kabuğun özelliklerini hesaplamış olan gökbilimci Jan Oort'tan dolayı Oort Bulutu olarak bilinir.
Drake Denklemi, 1950'lerin sonuna doğru ilk yapay Dünya uydularının fırlatılmasıyla beliren uzay heyecanının bir sonucuydu. O zamanlar Frank Drake, Virginia'daki Green Bank radyo gözlemevinde çalışıyordu ve yalnızca başka akıllı medeniyetlerin bulunma olasılığıyla değil, onlarla radyo teleskoplar kullanarak iletişim kurma ihtimalleriyle
Çoğu gökbilimci, Ay'ın Güneş Sistemi oluştuktan yaklaşık 100 milyon yıl sonra Mars boyutundaki bir nesneyle Dünya arasındaki muazzam bir çarpışma sonucu meydana geldiği konusunda hemfikirdir. Çarpışmadan doğan enerji Dünya'nın kabuğunu eritmiş ve gezegeni arıtmıştı, böylece yaşamın başlaması için “beyaz bir sayfa" açılmıştı. Bu olaydan sonra aşağı yukarı 600 milyon yıl boyunca Dünya ağır ama giderek azalan bir bombardımana maruz kalmaya devam etti. Bombardıman sona ermeden önce yaşamın birkaç kez başlamış ve yok olmuş olması olasıdır. Bu sürecin sona ermesinden önce Geç Dönem Ağır Bombardıman' adıyla anılan nihai bir yıkımın gerçekleştiğine dair bazı tartışmalı kanıtlar var, fakat Lineweaver bu fikri destekleyen herhangi bir kanıt bulmamıştır. Üstelik Geç Dönem Ağır Bombardıman gerçekleşmiş olsa da olmasa da, sonraki sav etkilenmez. Her iki durumda da uzun bombardıman sona erince yaşam başladı. Lineweaver, eğer yaşam evrende nadir olsaydı "biyojenezin Dünya'da olduğu kadar hızlı gerçekleşmesinin" olanaksız olduğu yönündeki ortak düşünceye bilimsel bir açıklama getirir.
Küçük Prens’in geldiği gezegenin “Asteroid B-612” olduğu konusunda yabana atılamayacak kanıtlarım var. Bu gezegeni bir zamanlar teleskopla ilk kez gören biri olmuş: 1909’da bir Türk gökbilimcisi.Bu konuda hazırladığı raporu Uluslararası Gökbilimciler Kurultayı’na sunmuş. Ama başında fes, ayağında şalvar var diye sözüne kulak asan olmamış. Büyükler böyledir işte.
Bereket versin, Asteroid B-612’nin onurunu kurtarmak için dediği dedik bir Türk önderi tutmuş, bir yasa koymuş: Herkes bundan böyle Avrupalılar gibi giyinecek, uymayanlar ölüm cezasına çarptırılacak. 1920 yılında aynı gökbilimci bu kez çok şık giysiler içinde Kurultay’a gelmiş. Tabii bütün üyeler görüşüne katılmışlar.
1509 ve 1528 yılları arasında eşiyle birlikte yaşadığı bu evde Dürer, sayısız eser üretti. Günümüzde müze olarak kullanılan beş katlı ev 1420 yılında inşa edilmişti. Dürer, bu evi gokbilimci ve tüccar Bernhard Walther'in varislerinden almıştı. s.90
Bilmemek denemeye davet eder. Cehalet bir düştür ve merak eden düş, bir kuvvettir. Bilmek bazen alıkoyar ve sıklıkla da bu işten vazgeçmeyi önerir. Gama bilge olsaydı Fırtınalar burnu karşısında geri adım atacaktı. Kristof Kolomb gokbilimci olsaydı Amerikayı kesfedemeyecekti.
Sayfa 275 - Türkiye İş Bankası YayınlarıKitabı okudu
Nasıl ki bir gökbilimci tek başına her gece rasathanede teleskopunun minnacık yuvarlak merceğinden on binlerce yıldızı gözlemler, onların gizem dolu akışını, sürekli değişen karmaşık hareketlerini, sönüp gitmelerini, tekrar doğup ışıldamalarını incelerse, Jakob Mendel de kare masasında oturur, gözlük camlarının ardından, tıpkı yıldızlar gibi sürekli bir devinim içinde olan, hep yeniden doğan bir başka evrene, kitapların evrenine dalardı; bizim dünyamızın üzerinden kitaplar dünyasını incelerdi.
Mezopotamyalı gökbilimci rahipler, Güneş, Dünya, Ay ve gezegenlerin çetrefilli hareketlerini
ölçmek ve birbirine uyumlandırmak için karmaşık bir küresel astronomiye güvenmekteydi. Dünya bir
ekvatoru ve kutupları olan bir küre olarak ele alınmaktaydı; gökler de hayalî ekvator ve kutup
çizgileriyle ayrılmıştı. Gök cisimlerinin geçişi ekliptik (tutulum), yani Dünya'nın göksel küre üstünde
Güneş etrafındaki yörüngesinin düzleminin izdüşümü; ekinokslar (Güneş'in yıl içinde tutulum üstünde
yaptığı kuzey ve güney hareketi sırasında gök ekvatorunu kestiği gün- tün eşitliği noktaları) ve
gündönümleri (Güneş'in yıl içinde tutulum boyunca yaptığı hareket sırasında kuzey ve güneyde en çok
yükselimde olduğu zamanlar) ile ilişki-lendiriliyordu. Tüm bu astronomik kavramlar, bugün de
kullanılmaktadır.
Kalde'nin gökbilimci rahipleri Sümer'in yazılı formüllerini ve geleneklerini izlemişken, Grek ve Romalıların hatalı astronomik fikirleri dünyayı geometrik terimlerle izah eden bir felsefeye kaymasından kaynaklanmıştı.
Küçük Asya'da yaşamış bir başka Grek matematikçi ve gökbilimci
olan Knidoslu Eudoksus, bir göksel küre tasarlamıştı, bir kopyası dünyayı taşıyan Atlas heykeli
olarak Roma'da dikilmişti. Küredeki desenler burç takımyıldızlarını temsil ediyordu. Ama eğer
Eudoksus gökleri bir küre olarak tasarlamış idiyse, bu göklere göre Dünya neredeydi? Göksel
kürenin düz bir
Dünya üstünde durduğunu mu düşünüyordu, en garip düzen bu olurdu herhalde, yoksa göksel bir
küreyle çevrili küresel bir Dünya'dan haberdar mıydı?