Gönderi

10 Ocak 2021 Pazar Somuncu Baba'nın Fâtiha Tefsîri
Muzaffer Efendi Hazretleri, Bursa'daki Ulu Caminin inşâatı bittiğinde, câminin açılış merâsimine Somuncu Baba'nın nasıl davet edildiğini ve Hazret'in kürsüye çıkarak Sûre-i Fâtiha'yı nasıl tefsîr ettiğini bir defasında şöyle anlatmışlardı : Sonra câminin resm-i küşâdı yapılacak, o devirde, Emir Sultan'a söylediler, "Benden daha yükseği var bu memleketde" dedi. Kimdir? "Somuncu Baba var" dedi, "Hamîdüddîn Aksarâyî Hazretleri, onu çağırın, o gelsin derse, o yapsın câminin resm-i küşâdını" dedi. Hazret geldi, kürsüye çıkdı. En büyük âlimler de oraya geldiler. Meselâ o devirde en büyük âlimlerden, zâhir âlimlerden bir tânesi, Molla Fenârî idi, direğin arkasına oturdu, dinleyecek Şeyh'i. Şeyh, Sûre-i Fâtiha'ya yani okuduğumuz Fâtiha Sûresine, Elham'a, yedi ma'nâ ile ma'nâ verdi. Yedi ma'nâ! Neden? Çünkü îmânının nûru ne kadar çok olursa, o kadar Kur`ân'ı anlayabilirsin, Kur`ân sana öyle söyler. Bunun başı verâ ve ittikâdır. Yani Allah korkusudur. Bir iş yapacağın vakit, Allah'ın bunda rızâsı var mıdır, yok mudur diye düşünmeye başladığın gün, insan olmuşsundur demekdir. Yani îmâna muhâtab oldun demekdir. Yoksa hayvan gibi, onu aldık yedik, bunu aldık yedik filan, haram-helâl anlamıyoruz, Allah korkusu, Allah mükâfâtı, ne cennet, ne cehennem, ne ahret, ne dünyâ, mücerred iki yere hizmet ediyoruz, bir ağzımızla bir mutfağa, bir mutfak ile bir helâya, o vakit anlayamazsın bir şey. Dinlersin, hâfızın sesini belki duyarsın. Onu bile duyamazsın, zevk vermez sana. Mutlakâ îmân olması lâzım, şart. Yedi ma'nâ verdi Hazret-i Şeyh. Birinci ma'nâyı herkes anladı. İkinci ma'nâyı biraz ders görenler anladılar. Üçüncü man'âyı dersiâmlar anladı, dördüncü ma'nâyı yüksek âlimler anladılar, beşinci ma'nâyı ruûs olan kişiler bildiler, reisler yani âlimlerin reisleri, altıncı ma'nâyı, dedi ki Hazret-i Şeyh, "Direğin arkasında bir zât duruyor, o bilir bunun ma'nâsını" dedi. Yedinci ma'nâyı verdi, "Onu da karadayı bilir" dedi. "Bunu kimse anlamaz" dedi. Ve Hazret çıkdı câmiden, dört kapıdan dört tâne adam çıkdı. Olur mu olmaz mı bilmiyorum. Âmentünün rüknünden değil, ama bil ki Cenâb-ı Hakk evliyâullaha bu kudreti vermişdir. Kırk tâne olurlar yani kırk yerde görünebilirler. Molla Fenârî, başında sarık, müftiyyülenâm olmak münâsebetiyle kendine yediremedi, gizli sokaklardan Hazret-i Şeyh'in somasına gitti, dervîşleriyle beraber oturdu. Hazret-i Şeyh geldi, "Oooo şeyhülislâm efendi burdasınız, müftiyyülenâm efendi burdasınız, mâşâallah. Sebeb-i ziyâretiniz?". "Efendim, biz de ulûm-i âliyye okuduk ama verdiğiniz ma'nâlara hayrân oldum. Bana talîm etmez misiniz bu ma'nâyı?" dedi. Dedi ki, "Evlâdım, sen bunu yapamazsın" dedi. "Yapacağıma kâilim efendim" dedi. "Peki öyleyse bir deneyelim" dedi. "Bizim eşeğe bin"... Ekseriyâ evliyâullah ve enbiyâ, merkebe binmişlerdir yani eşeğe. Mütevâzi olur insan. Ata binerse tekebbür eder. Onun için velîler ve nebîler eşeğe binerlerdi. Hattâ Peygamberimizin de Yâser nâmında bir merkebi vardır. İnşâallah bir gün yeri gelirse anlatırız. Ve intihar etmişdir, Efendimizin vefâtrından sonra, intihar etdi, o Yâser nâmındaki merkeb. "Bizim eşeğe bin, şöyle Bursa'yı bir dolaş, sarayın önünden bir geç bu elbiselerinle beraber. Sonra buraya gel sana talîm edelim" dedi. Bir düşündü Hazret-i Molla Fenârî, dedi Şeyh'e ki, "Valla ben nefsime danışdım Efendi, ben bunu yapamayacağım" dedi. "Hah, doğru söyledin. Haydi sen git şimdi bir Sûre-i Fâtiha tefsîri yaz. Mâdem ki tevâzû etdin, benim dervîşlerimle bir yerde oturdun, bana bende oldun demekdir, haydi git yaz" dedi. Hazret yazdı, bir Fâtiha tefsîri, tasavvufdan, isteyen, dişi sağlamsa gelsin okumaya. Yani Şeyh'in bir nazarıyla Molla Fenârî yazdı. Molla Fenâri çıkardı bir mikdar para, "Şunu alın dervîşlere harcayın" dedi. "O parayı biz yiyemeyiz" dedi. "Bizim dervîşler de yemezler". "Neden?", "Yiyemeyiz, paranızı alın siz". Dedi, "Vallahi bu devlet parası değil, aldığım maaşdan vermiyorum size bunu, belki hakkıyla hak edemiyorum memuriyetimi, haram olur, onu düşünüyorsunuz. Bu benim ceddimden ve çiftliğimden gelen paradır" dedi. "Peki öyleyse, bir deneyelim bakalım" dedi Hazret-i Şeyh. O paranın bir mikdarıyla, biraz arpa ve saman aldırdı, sonra eşeğinin önüne koydurdu, eşek geldi samanla arpayı kokladı, yemediği gibi döndü üzerine işedi. "Efendi" dedi, "Sen bize bak nasıl para ikrâm ediyorsun, bizim karakaçan bile bunu yemiyor, bu parayı. Sen paranı al git, başka yerlere taksîm et" dedi. "Bu bizim kazana girmez "dedi. Geçiyoruz. Şimdi görüyorsun ya bak, Hazret-i Velî de, Kur`ân-ı Kerîm'i yedi ma'nâyla tefsîr eyledi. Bir insanın ittikâsı, verâı ne kadar çoksa, Allah'a ne kadar yakınsa, o kadar hidâyet alırsın ve Kur`ân'ı öyle anlarsın, öyle söyler sana Kur`ân-ı Kerîm. Hem de sessiz, sözsüz, cihetsiz söyler. Hattâ o hâl gelir ki, bir fenâlık yapacağın vakitde sana Kur`ân'dan bir âyet okurlar. Meselâ birini gıybet edeceksin, çekiştireceksin, değil mi, "وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ velâ yağtab badüküm bağdâ" derler. Bunu melekler yapar. Allah kulunu severse, bizâtihî kendi de ona ilhâm eder. Bu ilhâm, "Yâ Selâm" esmâsıyla gelir. Evvelâ "Yâ Selâm" esmâsı, arkasından emir yâhud nehiy gelir. Olur bu kullara, çünkü biz Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın ümmetiyiz, Allah'a pek kıymetliyiz. Şerefimiz, Hazret-i Muhammed aleyhisselâma bende olmakdandır. Şerefimiz ondan. Efendi Hazretleri, Molla Fenârî'nin yazdığı bu tefsîrden bahsederlerken, "Demir leblebi gibidir, okumak isteyen dişi sağlamsa gelsin" buyururlardı. "Aynü'l-a'yân" nâmındaki bu kıymetli eser Arapçadır ve kütübhânelermizde bir çok yazma nüshaları vardır. Eser, 1325 senesinde İstanbul'da tab edilmişdir. Nasîb olursa, bu büyük eserin muhtevâsından da bahsederiz. Açılmaz bâb-ı ma'nâ elde miftâh olmasa evvel Ki 'ilm ü i'tikâdı dilde muhkem kılmasa evvel Nice tahkîk-i ders-i ma'rifet eyler bu meclisde Hakîkatde bu fenn-i 'aşk-ı pâki bilmese evvel
Muzaffer Ozak
Muzaffer Ozak
·
42 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.