Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

344 syf.
9/10 puan verdi
·
Beğendi
·
8 günde okudu
DERİN KUYUNUN KARANLIK TAŞLARI
Yazarımız Alison Stone, Lancaster Üniversitesi Felsefe Bölümünde profesördür ve uzmanlık alanı da feminist felsefe üzerinedir. Eserin ilk giriş kısmında kitabın kullanımı için kısa bir rehber ile karşılaşıyoruz. Kitapta bulunan teknik terimlerin açıklaması verildiği gibi, her bölümün sonunda da bizi konuyla alakalı ek okuma önerileri beklemektedir. Felsefi terimlerin ve konuların varlığı odaklanarak okumayı gerektirmekte olmasına rağmen yazım dili gayet net ve anlaşılırdır. Fakat kitapta parantez içi detayların çok fazla ve de çoğu zaman gereksiz olması okurken akıcılığı engellediği için bu nokta olumsuz eleştirdiğim bir nokta oldu. Çeviri ve edisyon konusunda ise yayınevini ve çevirmeni gayet başarılı bulduğumu ekleyerek incelemeye geçmek istiyorum. İlk olarak feminizmin tanımı ile başlamak doğru olacaktır. Bizim toplumumuzda sıkça "erkek düşmanlığı" ile ifade edilmeye ve buna sığınarak haksızlaştırılmaya çalışılan feminizm; genel kabulü ile 18. yüzyılda ortaya çıkan, kadınların gerek toplumsal gerek siyasal alanların tümünde erkekler ile eşit haklara sahip olması gereğini savunan akımdır. Feminist felsefe ise, feminist bakış açısı ile yapılan bir felsefe türüdür. Bu tür, geçmişten bugüne kadınlara yönelik olumsuz tutumları inceler, farklı feminist iddiaları ve politikaları dile getirmek için felsefeden yararlanır ve bunları yaparken de kendi kavram ve tanımlarını oluşturur. Tüm felsefi alanlarda olduğu gibi feminist felsefede de sorular ve cevaplara ulaşma süreçleri büyük öneme sahiptir. Bu bağlamda en çok sorulan sorulara yazar şu örnekleri veriyor: Cinsiyet ve toplumsal cinsiyet nasıl anlaşılmalıdır? Toplumsal cinsiyet varolmalı mıdır? Yani, erkeklerin ve kadınların nasıl olmaları gerektiğiyle ilgili sistematik biçimde farklı beklentilere sahip olmak için iyi bir neden var mıdır? Cinsel duygular nelerdir? Eril önyargılar cinsel duyguların neler olduğuyla ilgili genel düşünüşümüze sızmış olabilir mi? Tüm kadınları kadınlar yapan şey nedir? Bunlara ve benzer pek çok soruya kendi perspektifi dahilinde cevap arayan ve fikir hareketi içinde çözüm bulmak için uğraşan bu alan zaman içinde alt dallara ayrılmış ve her bir dal kendi politik bakış açısını geliştirmiş, sorunların kaynağını belirleyerek çözüm önerileri üretmiştir. Fakat tüm feministlerin buluştukları ortak bir nokta vardır ki o da "Tabi kılınma" sorunudur. Tabi kılınma; bir grubun bir başka gruptan daha aşağı seviyeye yerleştirilmesi ve bu sayede karşılıklı ilişkilerde üst statüdeki gruba itaat ettirilen konuma zorlanmasıdır. Feminist kurama göre kadınlar erkeklere tabi kılınmış olup bu, mücadele ederek yok edilmesi gereken bir durumdur. Yüzyıllardır pek çok toplumda kadınlara yönelik tutumlar düşünüldüğü zaman tabi kılınma bana göre bir çeşit zorbalıktır ve hatta erkeklerin gizlemeye çalıştıkları acziyet hislerinin bir yansımasıdır. Tabi kılınma konusunda hem fikir olan feministlerin sebep ve çözüm konusunda ayrıldığını belirtmiştik. Şimdi bu ayrım noktalarından kısaca bahsetmek istiyorum. İlk olarak "Liberal Feministlere" bakalım. Onlar kadınların ve erkeklerin akıl bakımından eşit oldukları, bu yüzden de eğitim ve kamusal alana eşit şekilde erişim hakkına sahip olduklarını savunur. Liberal Feministler özellikle çalışma hayatında kadınların eşit işe eşit ücret erişimi gibi konularda hak mücadelesi vermiş ve kazanmıştır. Aynı zamanda oy hakkı kazanımında da fayda sağlamışlardır. Kadınların çalışmak, oy kullanmak, ev dışında toplumsal hayata karışmak gibi basit ve zaruri haklar için mücadele etmek zorunda olması ne denli büyük baskılara maruz kaldıklarının güzel bir örneğidir bence. İkinci grubumuz "Radikal Feministlerdir." Onlar erkekler tarafından yönetilme anlayışını yani eril tahakkümü patriyarka olarak adlandırmış ve buna karşı çıkmıştır. Karşı çıkarken de kadınların eril tahakküm karşısında birlik olup erkek grupları ile mücadele etmesi gerektiğini savunmuştur. Zira radikallere göre patriyarka cinsellik başta olmak üzere hayatın her alanına sinmiştir. Fakat yazar burada bu iddianın sorunlu bazı noktalarını belirtiyor. Örneğin, iş yaşamında bazı kadın yöneticilerin kendinden daha alt statüdeki çalışanlara uyguladıkları baskıya bakarak bu kuramın eksikliğine dikkat çekiyor. Ben de eril tahakküm iddiasını düşünce olarak doğru bulsam da radikallerin mücadele yöntemi olarak sert tutumlarını yanlış bulduğumu belirtmek isterim. Çünkü zaman zaman radikal çıkışlar karşı tarafa haksız muamele etmekte ve birlik anlayışına ket vurmaktadır. Eril tahakkümün iş, okul, aile, arkadaşlık gibi pek çok alanda kemikleşmiş olduğu muhakkaktır ve radikal hareketlerin geçmişte kazanımlar elde etmiş olduğu da bir gerçektir. Lakin gelmiş olduğumuz noktada her ne kadar daha çok yolumuz olsa da erkeklerden de destek gördüğümüz doğrudur. Hatta burada biz kelimesini yalnızca kadınlar olarak kullanmıyorum çünkü artık feminizm; özgüven sahibi, bilgi ve kültür düzeyi yüksek, toplumsal analiz yeteneğine sahip, doğru ve yanlışı ayırt edebilen, ilerici erkeklerden de büyük destek görmektedir. Bu bağlamda yaklaşınca radikal tutumu bir kenara bırakarak erkeklere karşı değil eril düzene karşı savaşmak en doğrusudur bana göre. Zira eril düzene yalnızca erkekler değil, toplumun hatalı şekillendirdiği yanlış eğitim mağduru kadınlar da halen daha destek vermektedir. Bunu yıkmanın en sağlıklı yolunun da erkek ve kadın olarak birlik olmaktan geçtiğine inanıyorum. Fakat Orta Doğu'nun ve benzerlerinin sahip olduğu toplum yapılarında radikal feminizmin işe yarayacağına inandığımı da eklemem gerekiyor. Bir diğer grubumuz "Sosyalist Feministlerdir." Onlar feminizm ile Marksisizmi birleştirmişler. Buna göre kadınların ev içi ezilmişliğinin kaynağı kapitalizmdir. Kapitalist sistem üretim araçlarını ellerinde bulunduranların, emeğini satmak zorunda olanları çalıştırarak sömürmesi ile varlığını sürdürür. Benzer şekilde kadınlar da yaşamını idame ettirmek için evde ücretsiz çalışmakta ve eşleri tarafından sömürülmektedir. Buna ek olarak kapitalizm öncesi yüzyıllar boyunca kadınlara toplum tarafından biçilen roller de onların ezilmelerinin sebeplerinden bir diğeridir. Yazarın dikkat çektiği bir nokta, bu grubun çocuk doğumu konusunu da üretim alanı saymasıdır. Fakat geleneksel bakışa göre üretim alanları eril kabul edilmektedir ve bu bakış açısı doğumun dişil özelliği ile bağdaşmamaktadır. Son olarak da "Siyah Feministler" olarak adlandırılan, ırkçılık karşıtı grubumuza bakalım. Onlar sosyalist feminizmin maddelerini kabul etmekle birlikte buna ek olarak ırkçılığa maruz kalan kadınların diğer kadınlardan daha fazla ezildiğini iddia eder ki bu kesinlikle doğrudur. Siyah ırkın köle olarak kullanıldığı dönemleri düşündüğümüz zaman, bu kadınların hayvanlardan ve hatta eşyalardan bile daha değersiz sayıldığı gerçeği ile karşılaşırız. Görüldüğü gibi feministler, kadınlara yönelik baskıcı, küçültücü ve yok sayıcı tutumlara çeşitli bakış açıları getirmiş ve hepsi tek tek incelendiğinde haklı tarafları olduğu gibi çözümsüz kalabileceği tarafların da olduğu görülmüştür. Bu yüzden feminist felsefe, grupların düşünce süreçlerinde faydalandığı bir araç olmaya devam edecektir. Şimdi bu konuyu burada bırakarak biraz da feminist felsefenin kendine özgü kavramlarına değinmek istiyorum. İlk olarak "Cinsiyet" ve "Toplumsal Cinsiyet" tanımları ile bu iki kavram arasındaki ilişkileri inceleyelim. Yazar bu kısımda farklı feminist teorisyenlerin konuya yaklaşımlarını da ele alarak kendi çözüm önerisini sunmuş. Cinsiyetin bilimsel tanımının zaman içerisinde farklılaşmasına karşın şu an kabul edilen şekli şöyledir: Şayet bir insan XX kromozoma, dişil genital organlara, baskın olarak östrojen ve progesteron hormonlarına ve belirgin göğüsler, ince ses gibi ikincil cinsiyet karakterlerine sahipse dişidir. Benzer şekilde bir insan XY kromozoma, eril genital organlara, baskın olarak testosteron hormonuna ve sakal, bıyık, kalın ses gibi ikincil cinsiyet karakterlerine sahipse erkektir. Peki bu cinsiyet tanımları, bireylere indirgendiğinde tüm insanları kapsayabilir mi? Sorunun cevabı burada karmaşıklaşıyor işte. Zira toplumda pek çok interseks, transseks ve transgender birey bulunmaktadır. Bu durum düşünüldüğü vakit cinsiyet tanımı toplumda sorun yaratabiliyor. Çünkü toplumsal cinsiyet kavramı dayanağını yalnızca iki cinsiyetin varlığından alıyor. Fakat toplumlarımız iki cinsiyetten ibaret değil elbette ki. Toplumsal cinsiyetin tanımını ise şöyle yapabiliriz. Erkek ve dişi bireylerin hangi davranış ve tutumlara sahip olması gerektiğiyle ilgili toplumsal beklenti ve varsayımlar bütünüdür. Bu toplumsal normlar, bireylerin etki altında kalarak kendilerine dair ve belki de kendilerinden uzak psikolojik tutum ve kavrayış biçimleri geliştirmelerine sebep olmaktadır. Bazı feminist teorisyenlere göre toplumsal cinsiyet normları, kişilerin kendi biyolojilerini farklı şekilde yönlendirerek, toplumsal cinsiyete uygun hale getirdiğini öne sürmektedir. Örneğin kadınların egzersize daha az vakit ayırarak düşük kas kütleleri ile yaşamaları, onları erkeklerden daha güçsüz bedenlere doğru şekillendirmektedir. Bazı teorisyenlere göre ise toplumsal cinsiyet disiplinci iktidar anlayışından beslenmektedir. Buna göre toplumdaki mevcut kurumlar kadınları cinsiyetlerine göre hüküm altında tutar ve erkeklerin onlar üzerinde otorite kurmasını sağlar. Örneğin kadınlara, kadınlık vasıflarının öncelikli şartı olarak güzelliği dayatırlar. Kadınlar bedenlerinde mevcut olmayan belirli parametreleri elde etmek için kendi kendilerini baskılamaya ve yönlendirmeye başlar. Dışardan bakıldığında kadın kendi isteği ile diyet yapıyor gibi görünse de bu çoğu zaman ona dayatılan güzellik algısının net bir yansımasıdır. Bir diğer teori toplumsal cinsiyetin performatif olduğu yönündedir. Yani bizler uzun zamandır alışılagelmiş eylemleri tekrarlayarak dişil ve eril karakterleri canlı tutarız. Bu yüzden de toplumsal cinsiyet eylemlerini değiştirme şansımız da vardır. Örneğin yakın bir zamana kadar okullarda kız öğrenciler pantolon giyemezken son on beş senedir bu kural yıkıldı. Hatta 1800'lü yılların sonuna kadar hiçbir kadın eril bir kıyafet olduğu için pantolon giymezdi, beli ince göğüsleri dik gösteren korselere mahkumdu Avrupalı kadınlar. Böyle pek çok örnek verilebilir ve görüldüğü gibi cinsiyetçi normlar, karşı çıkan bireyler tarafından yıkılıp değiştirilebilir. Burada teorisyenin önerisi toplumsal cinsiyetin çeşitlendirilmesi yönündedir. Zira daha önce de bahsettiğimiz gibi toplumdaki trans bireyler bu iki cinsiyetten de pay alamamaktadır. Son olarak imgesel beden adı verilen bir teoriye daha kısaca değinmek istiyorum. Bunu savunan teorisyenler toplumsal cinsiyetten daha spesifik olarak beden bölümlerinin cinsiyete bağlı olarak imgelenerek davranışlarımızın şekillendiğini savunurlar. Örneğin kız çocuklarının regl olması, onları bu olay karşısında daha hassas davranmaya itebiliyor. Reglin doğurganlık dolayısıyla da dişilik sembolü olduğuna sıkı sıkıya tutunan kız, bu durumu toplumdan yansıyan haliyle bazen kirlilik bazen de utanılacak özelliklerin bir yansıması olarak görüyor. Veyahut ergenlik sonrası erkek çocuklarda görülen penis boyu takıntısı da buna benzer şekilde toplumun erillik ile güçlü, büyük, her daim cinsel ilişkiye hazır penisi bir tutma düşünceleridir. Yukarıdaki farklı teorilerde de görüldüğü gibi cinsiyet ile toplumsal cinsiyet birbirlerini şekillendiren kavramlardır. Fakat yazarımız bu teorilere bazı noktalarda katılsa da bazı noktalarda çözümsüz kalacaklarını iddia ediyor. Örneğin toplumsal cinsiyetin çeşitlendirilmesi konusunda olumsuz bir düşünceye sahip, çünkü bu kavram zaten iki adet cinsiyetin kabulü ile varlığını sürdürmektedir. Bu yüzden yazarın önerisi toplumsal cinsiyet kavramının ortadan kaldırılması yönünde. Onun için de nitelik demetleri dediği bir kavramdan bahsediyor. Nedir nitelik demeti? Şöyle ki, her iki cinsin de kendine özel birden fazla, örneğin genital organlar, regl, doğum, cinsel yönelim vs gibi eril ya da dişil nitelikleri olduğu ve bu niteliklerden birkaç tanesine sahip olunması halinde cinsiyet tanımı yapılabileceğini öne sürüyor. Şayet bizler bu niteliklerle derecelendirme yapabilirsek, cinsiyet sınıflandırmalarında birbirimizin farklı biçimlerini kabul etmekte şimdiki kadar zorlamayacağımızı düşünüyor. Şimdi de feminist felsefenin bir diğer kavramı olan "Cinselliğe" bakalım. Cinsellik, kişinin cinsel arzuları ve duyguları ile bunların neticesinde yaşadığı etkinliklerden oluşur. Kişiler karşı cinslere arzu duyabildiği gibi hemcinslerine de duyabilir. Bu kapsamda cinsel ilişkiler heteroseksüel, homoseksüel ve biseksüel olarak ayrılabilir. Toplumun genel kabulleri heteroseksüellikten ibarettir ve bu durum diğer tercihli bireylerin dışlanması, aşağılanması ya da bazen fiziksel olarak darp edilmesi hatta öldürülmesine dahi sebep olmaktadır. Bunun sebebini yazarımız toplumun cinsiyet, toplumsal cinsiyet ve cinsellik kavramlarını birbirinden ayırmadaki başarısızlığı olarak görmektedir. Öte yandan heteroseksüel ilişkilerde de ciddi problemler vardır. Öyle ki toplum içindeki pek çok sorunun kök nedeni erkeklerin kadınlar üzerindeki cinsel tahakkümlerine dayanır. Toplum eril cinselliği yüzlerce yıldır öylesine yüceltmiştir ki erkekler bu konuma sahip olmanın avantajını hayatın her alanında kullanmaya başlamıştır. Buna mukabil ezilen kadınlar pasif cinselliği kabullenmiş, buna belli bir erotizm yükleyerek tatmin olmaya ve doğrunun bu olduğunu sanmaya başlamıştır. İşte bu yüzden feministler daha çok bu konu üzerinde durmakta ve buna çözüm üretmeye çalışmaktadır. Radikal feministler içinde yer alan politik lezbiyenler çözümü kadınların heteroseksüel ilişkileri tamamen reddetmesinde görmektedir ki bu pratiğe dökülmesi pek de mümkün olmayan bir öneridir bence. Bazı teorisyenler ise toplumsal cinsiyetin varlığını kabul etmekle birlikte bunun cinsel ilişkilere etki etmeyeceğini, çünkü cinsel kimliğin beş yaş öncesinde oturduğunu belirtmektedir. Bu tür tartışmalar zaman içerisinde bir başka kavramı daha doğurmuştur. Bu kavram "Cinsel Fark" olarak adlandırılan toplumsal kökenli bir olgudur. Buna göre cinsler arasındaki farkı oluşturan şey dilin ve kültürün cinsiyet yorumlarıdır. Cinsiyetin biyolojik algısına değil onun ne anlama geldiği ya da neyi sembolize ettiğine odaklanır. Örneğin Hristiyan kültürde erkek bedeni "Tanrı'nın sureti" iken kadın bedeni Adem ve Havva hikayesinden dayanak alarak "günahı" simgeler. Bunun gibi kültürel yorumlar kadınların toplum içinde daima ikinci plana atılmasına, yok sayılmasına, baskı ve zulme uğramasına sebep olmuştur. Buradan yola çıkan bazı teorisyenler toplumsal cinsiyet kavramı yerine cinsel fark kavramını kullanmayı yeğlemiştir fakat yazarımız bu kavramın diğer kavramların yerine değil, onlarla birlikte kullanılması gerektiğini düşünmektedir. Cinsel fark sorununun çözümü için bazı teorisyenler cinsiyetlerin toplumsal alanların tümünde eşit olmasını savunurken bazıları ise kadınların kendine özgü konularda fark yaratarak ayrılması gerektiğini savunmaktadır. Fakat fark olayını ben tek başına doğru bir çözüm olarak göremiyorum. Çünkü bu kez erkekler ve kadınlar kendi alanlarına, karşı cinsi yaklaştırmama eğilimine girebilir veyahut trans bireylerin ihtiyaçlarının ve imkanlarının kısıtlanmasına sebep olabilirler. Bir başka feminist felsefe kavramı ise "Özcülüktür". Bu kavram feminist teorisyenler arasında epey çatışma yaratmaktadır. Çünkü özcü anlayışa göre bir varlık, kendine özgü belirli niteliklere sahiptir ve o nitelikler o varlığı "kendisi" yapar. Peki feministler bu kavrama niçin tepkilidir? Sebebini birkaç örnekle açıklamaya çalışacağım. Bazı teorisyenlere göre bir insanın kadın tanımına uyması için onun tahakküm altına alınmış olması gerekir, bazılarına göre sömürüye tabi tutulmuş olması gerekir, bazılarına göre ise toplumsal cinsiyet normlarına uygun hareket ediyor olması gerekir. Fakat kadınların gördüğü muameleler de toplumsal normlar da toplumlar arasında değişebilmektedir. Bu yüzden belli bir normlar bütünü tasarlanamaz. Öte yandan kadınların bu tanımlara uyması için bu tanımlarda yer alan baskı, tahakküm, sömürü kurallarına uyması gerekir ki bu durum feminizmin mücadele ettiği şeylere en başından terstir. Çünkü bu durumda tahakkümün yok edilmesiyle birlikte bir kadın, kadın tanımından çıkacaktır. İşte böylesi çatışmalar kadınlık tanımını karmaşık hale getirtmektedir. Yazar ise kadınların tek ortak niteliklerinin kendilerinden, gerçek ya da varsayılan toplumsal cinsiyetlerine göre davranışların beklenmesi olduğunu belirtiyor. Ve son kavramımız olan "Doğuma" gelelim artık. Doğuma yüklenen anlamlar çağdan çağa değiştiği gibi toplumdan topluma ve hatta kişiden kişiye de değişmektedir. Bu kapsamda bazı teorisyenlere göre hamilelik deneyimi evrensel olmamakla birlikte kadınların ırk, sınıf ve bazı toplumsal bölünmelerdeki konumundan etkilenir. Yaşanmış beden kavramına göre hamilelik ve doğum olayları salt biyolojik olaylar değildir. Çünkü kadınlar bu süreçlerde kendi bedenleri üzerinde farklı deneyimler elde eder ve bedenlerine pek çok anlam yükleyebilir. Bu yüzden de toplumun ve sistemin genel kabulleri bu iki noktada yetersiz kalır. Öte yandan radikal feministler de doğum olayının uygarlıkların gelişmesi ile ebeler ve hamile kadınlardan uzaklaştırılarak erkek doktorlara teslim edilmesine, bu konudaki yargı yetkisinin doktorlara devredilmesine karşı çıkmaktadır. Çünkü hamilelik ve doğum, kadınların "yeniden yapma-yeniden üretme gücü" anlamını taşır, bu sebeple de kontrol ve yargı yetkisinin kadınlarda olması gerektiğini savunurlar. Görüldüğü üzere feminist felsefe kendine özgü kavramları ve tanımları olan, farklı grupları ve grupların da birbirlerinden ayrı sebep ve çözümlere inandığı komplike bir felsefe türüdür. Ben kitabın içeriğini hakim olabildiğim kadarıyla aktarmaya çalışsam da kitap bize çok daha detaylı ve derin sorgulamalar sunmaktadır. Yazar konulara dair soruları kendine göre cevaplayıp yeni yorumlar geliştirse de hiçbir noktada mutlak sonuçlara varmamaya özen göstermiş ve bu noktada bizleri de düşünmeye sevk etmiştir. Okurken kendime bir taraf seçmediğim gibi kesin yargılara da varmamaya çalıştım. Zira feminist felsefe de tıpkı diğer felsefe türleri gibi mutlaklıktan uzaktır. Felsefesi sayesinde de feminizm kendi içinde sürekli gelişen ve topluma, özellikle de kadınlara büyük kazanımlar sunmuş bir alandır. Ve eminim ki sunmaya da devam edecektir. Her ne kadar felsefesinde kesin kanılar oluşturmasam da toplumsal eşitliğe kavuşan bir dünyanın bugünden daha adil bir dünya olacağına inancım tam. Her zaman tekrar ettiğim gibi, bunu gerçekleştirmek için her iki cinsin eşitlik yolunda, eşit adımlar ile, yan yana yürümesi ve kazanımlarını da birlikte paylaşması gerekiyor. Eşit bir toplum ve adil bir düzen hepimizin olsun.
Feminist Felsefeye Giriş
Feminist Felsefeye GirişAlison Stone · Otonom Yayıncılık · 201941 okunma
··
635 görüntüleme
Gönül. okurunun profil resmi
Hem tanıtıcı hem de akıcı bir inceleme olmuş, eline sağlık. Konuyu dağıtmadan özünü çok iyi verebildiğini düşünüyorum, zevkle okudum:)
Ecem okurunun profil resmi
Cok teşekkür ederim Bilgecim beğenmene cok sevindim :) akıcı olduğunu düşünmen ayrica mutlu etti sagolasin
Ecem okurunun profil resmi
İncelemenin biraz uzun olduğunun farkındayım ve sabır gösterip sonuna kadar okuyanlara çok teşekkür ediyorum şimdiden. Bunun sebebi hem kitabı yüzeysel tanıtmak istemeyişim hem de feminizm konusuna çok kıymet veriyor olmamdır. Zira ben feminizmin doğru anlaşılması, kapsamlı kaynaklardan öğrenilmesi ve etki alanının yayılmasını arzu ediyorum. Tekrardan teşekkürler.
Razmuhi okurunun profil resmi
Vay be dedim bitirince cok iyi tespitler yapmıssınız inceleme cok acıklayıcı ve bu konularda bilgi sahibi olmak isteyen kisiler icin doyurucu olacaktır. Emek vermissiniz, tesekkur ederim 👏
Ecem okurunun profil resmi
Bu guzel yorumunuz icin ben teşekkür ederim beğenmenize sevindim. Tespitlerin ve tanimlarin çoğu yazara ait ben sadece ondan kopmadan biraz aciklamaya çalıştım. Yorumunuz icin tekrar teşekkür ediyorum umarim faydali olur hepimize :)
Sultannn okurunun profil resmi
Böyle zor bir kitabı okuyup, böyle bir inceleme yazman gerçekten takdire şayan. Her zamanki gibi yine muhteşem olmuş. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar açıklamışsın. Okuyucu senin sayende kitaba hiç yabancı olmayacak. Gelelim kitaba. Ne çok feminist hareket varmış, burada bile ayrışma var. Ayrışma dediysem kötü anlamda değil. Herkes kendi düşüncesine göre bir feminist felsefe oluşturmuş. Ben de tek bir feminist felsefe var sanırdım. Cahil olduğumu bir kez daha gördüm. Demek ki, öğrenmenin yaşı yokmuş. Yaşadıkça ve okudukça öğreneceğimiz daha çok şey var. Ellerine, düşüncelerine sağlık canım. Gerçekten çok bilgilendirici bir inceleme yazmışsın. Büyük emek harcamışsın.
Ecem okurunun profil resmi
Sultan ablam ne güzel seyler yazmissin cok mutlu ettin. Cahil değil de bilgi eksikligimizin olduğu cok alan var diyelim. Zira ben de bu kitaba kadar böyle derin mevzulara sahip olduğunu bilmiyordum ozellikle felsefi alanda. Sana da cahil dersek yandık valla😄 evet feminist gruplar kendince farklı sebepler ve çözümler üretiyor, her birinin yolu bir başka noktayi aydınlatıyor ama bir bütün olarak bakıldığı zaman feminist hareketler büyük fayda sağlıyor hepimize. Guzel yorumun için cok cok teşekkür ederim🤗🤗
H. UmuT okurunun profil resmi
Ne güzel yazmışsın yine. Hiç bilgi sahibi olmayan biri bile konu hakkında belli bir birikim sahibi olur bu incelemeyle. Önce doğru tanım yapman iyi olmuş. Doğru tanım, doğru mücadele demek. Senin de söylediğin gibi "erkeklere karşı değil, eril düzene karşı mücadele etmek lazım". Bu düşünce doğrultusunda hareket edilirse, feminizmi benimseyenlerin sayısı gün geçtikçe artacaktır. Eline sağlık 🍀
Ecem okurunun profil resmi
Cok teşekkür ederim beğenmene cidden cok sevindim ne guzel şeyler yazmışsın. Doğru tanım doğru mücadele cok yerinde bi tespit olmus ben de bu sayının cogalacagindan cok cok eminim sagol yorumun ve katkin icin :)
Kaan okurunun profil resmi
Emeğine sağlık Ecem, yine dolu dolu bir inceleme olmuş. Oldukça faydalandım.☺
Ecem okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim mutlu oldum beğenmene Kaan😊 seni beri tarafa alalım😄😎😏
Odessa okurunun profil resmi
Emeğine sağlık Ecem, ne detaylı, ne harika incelemişsin eseri :) Ve eğer demokratik düzen yıkılmadığı sürece, er ya da geç çok daha eşitlikçi bir düzene ulaşacağımıza inanıyorum. Çok teşekkürler 🙃
Ecem okurunun profil resmi
Her zamanki gibi yine ne kadar ince yorum yapmissin cok teşekkür ederim beğenmene cok sevindim😊 benim de eşitlik konusunda adim adim hep daha ileriye gidecegimize inancim tam. Özellikle de sizler gibi erkekler destek verdikce bundan daha cok emin oluyorum sagolasin
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.