İstanbul İstanbul
Sene 1982... 12 Eylül sancılarının şiddetle devam ettiği dönemler...
Hukuk eğitimi almak için Ankara'nın kırsalından İstanbul'a gelen Burhan Sönmez için, hayatının dönüm noktası olacak yıllar...
"Sıkıyönetim, İstanbul 1.Şube derken, üç hafta kaldım gözaltında. İşkence ile tanıştım. Dört yıllık okulu yedi yılda bitirdim."
Akabinde, ev kirasını karşılayabilmek adına icra ettiği avukatlık zamanları...
Ölüm oruçlarının doruklara ulaştığı 90'lı yıllarda Kızılay'da apansızca uğradığı polis saldırısı, öldüğü düşünülerek dövüldüğü yerde kendi tabiriyle bir leş gibi terkedilişi...
Ve nihayetinde Londra Medical Foundation İşkence Mağdurları Tedavi Merkezi'nde geçirilmek zorunda kalınan yedi koca yıl...
Elektriksiz köy damlarında, ana ve nine masallarıyla büyümüş bir isim Burhan Sönmez. Çocukluk ve gençlik yıllarında tam teşekküllü bir din eğitimi alan yazar, son 15 senedir ise İslam Felsefesi üzerinde çalışacak kadar konuya ilgili ve hakim.
Birkaç öykü seçkisinde tesadüfen okuduğum öykülerini saymazsam, üzerinde titizlikle çalışılmış, çok ciddi bir emeğin ve donanımın ürünü olan İstanbul İstanbul adlı bu roman, benim yazar ile tanışma eserim. Yukarıda yazar hakkında verdiğim bilgiler ise direkt roman ile alakalı, çünkü Sönmez yaşanmışlıklarını bir şekilde eserine yansıtmış ve kendi yaşadıklarını Demirtay karakteri ile içselleştirmiş.
Yaşları, statüleri ve kişilikleri birbirlerinden farklı dört kişi, devrimci oldukları ya da dolaylı da olsa bir şekilde devrime hizmet ettikleri gerekçesi ile gözaltına alınırlar. Bu gözaltı için seçilen mekanlar ise elbette ki sıradan karakollar değil. Var olunan yer, İstanbul'da yerin üç kat altındaki bir yeraltı işkencehanesine ait hücreler, hatta hücre kılığına girmiş zindanlar. Eni bir, boyu ise iki metre olan bu hücrelerin birinde buluşur bu dört kişi: Küheylan Dayı, Öğrenci Demirtay , Doktor ve Kamo lakaplı Berber Kamil... Karşı hücrelerinde ise, mazgaldan mazgala el işaretleri ile iletişim kurdukları, suskunluğu ile direnişi sembolize eden Zina Sevda...
Roman bu insanların hücrede geçirdikleri on günlük zaman dilimini, her gün bir bölüme tekabül edecek şekilde ele alıyor. Zine Sevda, yüklendiği suskunluk misyonu gereği anlatıcılar arasında yer almıyor. Dolayısıyla dört anlatıcılı, 1.tekil şahıs anlatımı esere hakim oluyor.
Devrim diyorum, zindan diyorum lakin işkence betimlemeleri ve siyasi söylemler mevcut değil kitapta. Böylesi bir anlatımın kolaycılığa kaçmak olacağını belirten Sönmez, acının tasvirini değil de sebep ve sonuçlarını aktarıyor okura. Roman, içinde birçok öykü ve bu öykülere ait hallice sayıda alt metinler içeriyor. Bu alt metinlerin hepsinin ucu da İstanbul'a dokunduğu için genel olarak nefis bir bütünlük teşkil ediyor. Romanın adı sadece ''İstanbul" olabilirmiş aslında ancak yazar bize iyi ve kötü tüm yönleriyle yer altındaki ve yer üstündeki iki farklı İstanbul'u göstermeyi hedeflemiş. Bu dört hücre arkadaşı, işkenceleri görmemek, gördüklerini hatırlamamak, yaşanmamış saymak için kendi aralarında bir öykü ritüeli oluştururlar. Kah kendilerini Boğaz'da gezerken hayal ederler, kah dağ başında yaban avında, kah bir rakı sofrasında ziyafette... İlk bölümlerde her bir karakterin hücreye düşüş sebebi ortaya dökülür, ardından yine her birinin ağzından çıkan öykülere kulak misafiri oluruz.
Sevdiği, biricik karısı Mahizer uğruna her şeyi göze alan Berber Kamo olsun, geçmişi yok sayıp şimdiyi geleceğe evirmeye çalışan Küheylan Dayı olsun, çarmıha gerili halde bile hayallerindeki İstanbul'da yaşamaya çalışan Doktor olsun, geçmişte okuduğu şiir antolojileri ve Yaşar Kemal kitapları ile bütünleşmiş olan Öğrenci Demirtay olsun, hepsi hepsi itina ile çizilmiş, derin psikolojik tahlillerle yoğrulmuş, harika karakterler. Satır aralarında karşımıza çıkan metinler arası göndermeler, masallardan ve halk hikayelerinden moderne uzanan geniş perspektif ve sıklıkla başvurulan geriye dönüş teknikleri ise abartısız çok başarılı. Dili sade, üslubu akıcı. Final ise vurucu mı vurucu !
Eee ben daha ne diyeyim, şayet okumadıysanız hiç düşünmeden bir şans verin bence. O şanstan önce de Korkmazgil'in dizelerine kulak verin efendim:
Damda birlikte yatmışız
Öküzü hoşça tutmuşuz
Koyun değil şu dağlarda
San kendimizi gütmüşüz
Hor baktık mı karıncaya
Kırdık mı kanadını serçenin
Vurduk mu karacanın yavrulusunu
Ya nasıl kıyarız insana?
Sen olmazsan öldürmek ne
Çürümek ne zindanlarda
Özlem ne, ayrılık ne
Yokluk ne, yoksulluk ne
İlenmek ne, dilenmek ne
İşsiz güçsüz dolanmak ne
Gün gün ile barışmalı
Kardeş kardeş duruşmalı
Koklaşmalı söyleşmeli
Korka korka yaşamak ne?
Kahrolasın demiyorum
Kahrolma da
Gör beni...
Ekmeği bol eyledik
Acıyı bal eyledik
Sıratı yol eyledik
Geldik bugüne...