Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Karahindiba Edebiyat Dergisi
Celal Bey, okuyunuz. Bana sesinizi bağışlayan şiirleri. Geçen akşam sizi bir kitabın ortasında ağlarken yakaladım. “Bizi anlatmıyorlar.” Dediniz. Sakallarınıza dokunmak istedim, sizin sakalınızın her bir teli bile şiirdir, üzülmeyiniz demek istedim. Aramızdaki uçurumlardan korkup, “Başka bir kitap okuyunuz.” demekle yetindim, affediniz. Siz en iyisi mi birkaç gazete okuyup, halimize ağlayınız. Okumadan uyumayacaksınız, söz veriniz. Celal Bey, kaçmayınız. Benden, içimdeki tımarhaneden, ufak serçeden, sizden kaçmayınız. Adımlarınızı hızlandırıyorsunuz, güneş daha erken batıyor. Ben hep aynı köşede bekliyorum, kızıyorsunuz. Ben size bir bülbülün neşesiyle, bir geyiğin yaşama ümidiyle, bir filin duygusallığıyla geliyorum. Siz aramıza bir okyanus açarak hepsini boğuyorsunuz. Omuzlarınızda, kaburgamdakine benzer bir savaş görüyorum. Kaçmayınız. Beni görünce eğilmeyecek bakışlarınız öne, söz veriniz. Celal Bey, geliniz. Hiç beklenmediğiniz bir vakitte, öyle damdan düşer gibi, pat diye, ne zaman aklınıza eserse çıkıp geliniz. Çığ gibi, sel gibi, olası bir felaket gibi…”Burada, burada çocuklar gülüyor. Oysa benim geldiğim yerde çocukların ölmekten gülmeye zamanları olmuyor.” demiştiniz. Geliniz, bir çocuk gülümsemesi yerleşsin yüzünüze. Yapamayacaksınız biliyorum. “Ben biraz Suriye’yim, ben biraz Dağlıca’yım, ben biraz Dersim’im. Ölen insanların haberlerini yemek yerken soğukkanlılıkla izleyen insanların evine nasıl geleyim.” dediğinizi duyuyorum. Gelmeyeceksiniz, biliyorum bari beni yanınıza alınız. Söz verin, alacaksınız. Celal Bey, üzülmeyiniz. Dün gece hastaydınız, anneniz sabaha kadar başınızda bekledi. Siz öksürdünüz, benim ciğerlerim acıdı. Bir kelebek uçurdum, sol yanağınıza. Yanınıza gelmeden cesedini gördüm, üzülmeyiniz. Siz çok cesetler gömdünüz değil mi? Ama en çok ailesine bakmak için üniversiteyi bırakmak zorunda kalan o adamı gömdünüz. Ben şimdi ne zaman girsem tanıştığımız sınıfa, sizi diriltip sonsuz harfli bir alfabe gibi seviyorum sizi, üzülmeyiniz. Söz verin, üzülmeyeceksiniz. Celal Bey, hatırlayınız. Alnımdan öpmüştünüz. Ağlamıştım göğsünüzde. Kızmıştım size. Nasıl olur nasıl olur diye sayıklamıştım gecelerce. Aramıza göç eden hayvanlar doluşmuştu, uzaklaşmıştık. Sonra sizi göremez oldum. Ama hâlâ sayıklıyordum unutulan bir şarkının hiç eskimeyen nakaratı gibi. şık olmuş, âşık olmuş nasıl olur? şık olduğunuz kadın ben değildim. Hatırlayınız. Söz verin, unutacaksınız. Celal Bey, susmayınız. Sokaklarda sizinle beraber bağırıyor diye mi sevdiniz o kadını? Yanınızda sırıtmaz diye mi âşık oldunuz? Alnımdaki buse iziniz dudağınız değil gözyaşınızdı. Nasıl başkasına âşık oldum, dersiniz. Gözünüzün önünde gömmüştüm kendi cenazemi, susmuştunuz. İşte şimdi, tam bugün, tam bu lanet Ekim’de, itiraf ediniz. Sevdiniz beni. Bir erkek sevmediği kadın için ağlar mı? Susmayınız! Celal Bey, tutunuz. Ben hep size düşe-yazdım, tutmadınız. Celal Bey, gidiniz. Kendime not düştüm. 32 Aralık: Başka bir adama şiir olmuş adama, mektup yazmaya çalışma. Ütopyamdan sıyrılıp ona olan sevginizi gördüm, rica ediyorum hiç gelmediğiniz şu hayatımdan çıkıp gidiniz. Dipnot: Bu mektup size değildi, lütfen aldırmayınız. Celal Bey, dinleyiniz. Şu kaburgamdan yaratılan küçük serçenin sesini. Dinleyiniz, bir ölünün başında okunan Kuran’ı ağlayarak dinlenmesi gibi. Bırakın size ufacık ayaklarında yenilen ordulardan bahsetsin. Size biraz ağlasın bugün, sizi biraz anlasın. Her mesai çıkışı alnınızdaki yorgun kırışıklarınızdan öpsün izin veriniz. Üzerinizdeki senelerdir giydiğiniz eski mantoya yüreğini söküp versin. Bakışlarınızdaki dirilen işçi hareketine üzülsün, bir türkü tuttursun. Üçümüzden başka kimse bilmesin. Ananız bile bilmesin, söz veriniz. Celal Bey, seviniz. Bakışlarınızda ortak bir yaramızı görüyorum, rica ederim beni biraz seviniz. Ağzınızda son derece eğreti duran dost kelimesi ile sıkmayınız elimi artık. Çünkü ben size avuç içlerimde düşen kalelerimi gösterdim, biliyorsunuz. Sol ayağımın altında yıllardır geçmeyen nasır gibisiniz, nasıl bana gelme dersiniz? Avuç içlerim şimdi intihar eden askerlerimin mezarlığı. Bir öpseniz, ah bir sevseniz, bir güvercin ailesi yuva kuracak avuçlarıma. Sevmiyorsanız öpmeyeceksiniz, söz veriniz. Celal Bey, anlatınız. Gecenin bir vakti sokaklar soyunur mu, bir sokak lambası için için yanar mı kendi derdine? Babalar ölünce bir evde hayat durur mu? Sizi babanızın cenazesinde gördüm, ağlamadınız. Ben size ağladım, siz anlamadınız. Mezarda yatan bir yabancı gibi baktınız, sonra dönüp “ağlama.” dediniz. Celal Bey, ben size yandım, ben size gömüldüm. Nasıl görmediniz, anlatınız. Aramızda kalacak, söz veriniz. Celal Bey, utanmayınız. Çalışmaktan nasır tutmuş avuçlarınızdan, henüz yirmilerin sonunda olmanıza rağmen saçınıza düşen aklardan. Düğmenizi ilikliyorsunuz, cepleri dolu gönülleri boş adamların önünde. İçimden bir serçe intihar ediyor. Kızarıyorsunuz karşılarında. Azarlıyorlar sizi, bir arı gibi çalışmanıza rağmen, zincirlere vurup Haliç’e atasım geliyor onları. Ben sizi en çok yüzünüzdeki kömür izleriyle seviyorum, utanmayınız. Utanmayacaksınız, söz veriniz. |Şeyma Sarıkaya - Celal Bey Size Düşeyazdım Karahindiba Edebiyat Dergisi, 1. Yıl, 5. Sayı
32 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.