Gönderi

183 syf.
·
Not rated
·
Read in 3 days
Tanrıdan Asla Ümit Kesilmez!
Intro: open.spotify.com/track/125dsQATy... Merhaba 1K okuyucuları, uzun zaman oldu okuduğum kitaplardan birine karalama yapalı. Ben yazdığım ve kendi tabirim ile “karalama” diyerek nitelendirdiğim bu yazılara “inceleme” damgası koyamıyorum. İnceleme yazısı yazmayı bilmiyorum, genel olarak kitabı okuduktan sonra bende bıraktığı etkileri, düşünceleri yazarım. Bu yüzden “karalama” diyorum. Bu kitaba inceleme yazmakta benim haddime değil zaten, benim boyumu aşar. Oğuz Aktürk’ün youtube’daki “Dostoyevski Okuma Rehberi” videosunu izledikten sonra, Suç ve Ceza kitabına aşık olduğum bu yazarın ilk eserlerinden son eserine doğru kronolojik bir okumaya başlamak istedim. İnsancıklar’ı lise döneminde “20 TL’ye 5 Dostoyevski Kitap Seti” tarzı bir kampanya sonucunda ismini şuanda hatırlayamadığım bir yayınevinden okumuştum ama bu okuma üstü kapalı bir okuma oldu; verimli değildi, çeviri sanki Ruşça’dan değil de İngilizce’den yapılmış gibiydi ve bu kitabın vermek istediği anlatımı üçüncü bir ağızdan okumak gibiydi. Anlayacağınız, ben de tekrar okuyayım dedim İnsancıklar adlı eseri. Orijinal ismi “Yoksullar ya da Fakir İnsanlar” tarzı bir anlama sahip olan bu kitabı dilimize “İnsancıklar” adıyla sokan Nihal Yalaza Taluy adlı saygıdeğer Dostoyevski ve Rus Edebiyatı çevirmenimizi saygı ile anıyor, Sabri Gürses’i de Can Yayınları’daki çeviri kalitesinden ve kitabın Nihal Yalaza Taluy’un çevirdiği isimle aynen yayına sokmasından dolayı onu da tebrik ediyor ve tekrardan iki değerli çevirmenimizi de saygıyla anıyorum. Çevirmenlerden bahsetmeden olmaz, onlar kitapları tekrardan yazan insanlar, karalamalarımda isimlerinin olması benim için şart, onlara teşekkür edebildiğim tek yer benim bu basit word belgem. İnsancıklar kitabının mektuplarındaki temalara ve karakter analizine geçmeden önce birazcık Sabri Gürses’in önsözünden bahsedelim: Genel olarak okuyucular önsözlerde “sürpriz bozan detaylar” ile karşılaşacağını düşündükleri için veya önceden başka kitaplarda karşılaştıkları için önsözleri okumuyorlar veyahut önsöz okumayı gereksiz buluyorlar; problemde burada boy gösteriyor: Sabri Gürses’in önsözü, Dostoyevski’nin sadece İnsancıklar’ı için değil, onun ilk yazarlık dönemi hakkında Belinski’nin yorumlarını içeriyor. Belinski, bir yazar ve aynı zamanda çeşitli dergilerde eleştiri yazıları yayımlayan bir eleştirmen. Bu önsözü okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum, kitabı okurken kitaptan neler beklemeniz gerektiği kanısında ön fikir edinmiş olursunuz. Kitabın ana temasında isminden de anlaşılacağı üzere yoksullukla boğuşan insancıklar bulunmakta. Bu insancıkların tek derdi yoksulluk değil; özlem, acı, sevgi, karşılıksız bir aşk, pişmanlık, ölüm, sınıf farklılıkları, dilenciler, tek apartmanda konuşlanmış binlerce insan, namus, dedikodu vb... Dostoyevski’nin bu temaların hepsini harmanlayıp yoksulluk anlatısına altyapı oluşturarak, kimsenin daha ilk kitabında yapamayacağı kadar büyük bir ustalık sergiliyor; kelimelerle ustaca oynuyor, bir kelime cambazına dönüyor, kendi gençliğinde ve kitabı yazarken yaşadığı o buhranlı yoksulluğu dönem Rusya’sının temaları ve karanlık ve buz gibi mimarisi ile harmanlayarak eleştirel bir mizahla karıştırıyor, dandik yeraltı edebiyatı yazarlarından insanları bilmeden, tanımadan eleştiren eleştirmenlere, gördüğü her yoksulluğu elit bir anlayışla yazarak yoksulları anladığını sanan edebiyat yoksunlarına geçiriyor, yoksullara geçiriyor, kimseye aslında tam anlamıyla acımıyor, o öfkeli kelime cambazlığı ile Rus Edebiyatına has mizahi bir anlatımla buz gibi gerçekleri yazıyor Dostoyevski daha ilk romanında. Belinski’nin bu romana neden bu kadar coştuğu açık bir şekilde okuduğunuzda anlaşılıyor, elinizden kitabı (ben e-kitap olarak okudum gerçi ama) bırakasınız gelmiyor, (tabii acelem yok, sindire sindire okudum ben.) Makar ve Varvara’nın mektuplarının içinde yoksulluğun en acılı anlatımında yok oluyor, resmen canlı bir şekilde ölü gibi yaşıyorsunuz. Karakterlere girmeden önce, Dostoyevski’nin “kelime cambazlığından” bir ölümün ne kadar güzel ama aynı zamanda karanlık bir tabirle nasıl aktarıldığına bakalım: “ Herhalde, son bir kez gün ışığını, Tanrı’nın ışığını, güneşi seyretmek istiyordu. Perdeyi açtım; ama başlayan gün hüzünlü ve kederliydi, ölen adamın sönmekte olan zavallı hayatı gibi. Güneş yoktu. Bulutlar göğü dumandan bir perdeyle örtmüştü; yağmurlu, kapalı, kederli bir hava vardı. İnce bir yağmur süzülüyordu camlardan ve onları soğuk, kirli su akıntılarıyla siliyordu; donuk ve karanlıktı hava. Odaya solgun günün ışınları hafif hafif geliyordu ve ikonanın önünde yanan lambanın titrek ışığından pek de fazla değildi. Ölen adam hüzünlü hüzünlü baktı bana ve başını salladı. Bir dakika sonra ölmüştü.” Makar Alekseyeviç, Varvara Alekseyevna’nın akrabası. Varvara Alekseyevna daha gençlik hayatında iken Makar Alekseyeviç ise saçı başı almış, yaşlanmış, yoksul bir memur. Yazıları düzelten, kimseye zararı olmayan, romanımızın asıl “insancığı” Varvara Alekseyevna ise küçüklüğünden itibaren çok fazla ölüm, gaddarlık ve yoksulluk görmüş başka bir “insancık”. Roman, bu iki karakterin birbirleriyle olan mektuplaşmalarından oluşuyor. Varvara Alekseyevna’nın geçmişinde tanıklık ettiğimiz hikaye bizim yüreğimizi parçalarken, Makar Alekseyeviç’in ise Varvara Alekseyevna’nın gönderdiği Gogol’un “Palto” adlı öyküsünden bile kendisini, kendi hayatının acımasız yoksulluğu karşısında ezilip büzülen, “kendi kendisini” edebiyatın romanlarında gördüğü için kızgın bir adam. Edebiyata değil, hayata ve hayatın getirdiklerine kızan, hiçbir şey bilmeyip her şeyi bilen yoksulları çok seven o yazarlara patlayan birisi. Makar Alekseyeviç karakteri üzerinden Dostoyevski’nin kendi karakter portresini (20-24 yaşlarındaki) çıkarabilmek mümkün; Dostoyevski’de içinde bulunduğu soğuk Rus mimarisinde iki yüzlü hayat yaşayan bu insanlara yazdığı İnsancıklar adlı yoksul hayatı ile öfke kusuyor: “ Hem böyle bir şeyi neden yazarlar? Niçin gerekliymiş ki bu? Okurlardan biri kalkıp bana palto mu yaptıracak? Yeni çizmeler mi alacak? Hayır, Varenka, okuyup yoluna gidecek.” “Yoksul insanlar doğuştan kaprisli olur. Bunu daha önce de hissetmiştim, ama artık daha çok hissediyorum. Yoksuldur, katıdır; Tanrı’nın dünyasını bir başka görür ve gelip geçen herkese yan yan bakar, çevresine ürkek bir bakış atar, söylenen her sözü dinler: Acaba onun hakkında ne konuşuyorlar diye. Yani, o neden böyle gösterişsiz? Tam olarak ne hissetmesi gerekir? Sözgelimi, şu yandan nasıl durmalı, bu yandan nasıl durmalı? Ve Varenka’m, yoksul insan paçavradan kötüdür, kimseden saygı göremez, yazarlar ne yazarsa yazsın! Pasaklının tekidir o! Yoksul insanın başına gelecek olan gelmiştir. Peki neden böyledir? Yoksul insanın her şeyi, onlara göre, tersyüz edilmelidir çünkü; onun gizli hiçbir şeyi olmamalıdır, onda gurur olmamalıdır asla, asla!” Makar Alekseyeviç’in sevgisinin bir akraba sevgisi olmadığını kabul etmek gerekir. Makar Alekseyeviç’in sürekli değişken üslubu da bunu kanıtlar nitelikte ve zaten Varvara Alekseyevna’nın da bunlardan bahsettiği mektuplar var. Makar Alekseyeviç’in utangaç biri olmasından çok açılamamasının en büyük sebebinin içinde bulunduğu hayat şartları olduğunu düşünüyorum. Utancın sebebi de bu. Makar Alekseyeviç’in romanda Varvara Alekseyevna’ya göre empati kurarken daha rahat bağlanabileceğiniz bir karakter olduğunu söyleyebilirim. Özellikle Varvara’nın romanın son kısımlarında verdiği kararlar neticesinde Varvara’ya karşı okurlardan çeşitli tepkiler var. Fakat, Varvara’nın aldığı bu kararların çocukluktan beri gelen eziyetli ve gaddar yoksulluk hayatının, ölüme doğru giden soğuk bir yoksulluk hayatının sonu olduğunu tüm okurlara hatırlatmak istiyorum. Varvara Alekseyevna’ya Makar’ın yazmış olduğu son mektup yürek dağlayan türden olsa da, Varvara Alekseyevna’nın kendisini aslında kurtarmadığını, esaret hayatına adım attığını düşünen çok okur var. Fakat, bu esaret akımına neden adım attı, sadece kendisini kurtarmak için mi? Makar Alekseyeviç’in ona hiçbir zaman söyleyemediği aşkının duygularını paramparça etti belki ama aynı zamanda Makar Alekseyeviç’i de kurtardı. Eline geçen ilk parayı Varenka’sına harcayan Makar, sonuçta ölümsüz aşkından bir daha asla bir sorun olduğuna dahil mektup alamayacak ve kendisiyle ilgilenmeye başlayacak(tır.) Belki de sevgisini tam manasıyla dile getiremediği için ve bu peşkeş hayatta tek değer verdiği Varenka’sının yuvadan uçmasından ötürü daha kötü bir hal alacak, fakat Dostoyevski’nin de dediği gibi, Tanrıdan asla umut kesilmez, asla, asla, asla, asla!!! “Yoksa, yoksa göksel meleğim benim, bu en son mektup olacak; fakat asla olamaz, bu en son mektup olamaz. Yani siz, nasıl olur, böyle birdenbire, sahiden, kesinlikle en son mektup bu! Ama olamaz, ben yazacağım, siz de yazacaksınız... Benim üslubum da daha yeni şekillenmişti... Ah, bir tanem, ne üslubu! Zaten artık ne yazdığımı bile bilmiyorum işte, hiç bilmiyorum, hiçbir şey bilmiyorum, tekrar okumuyorum da, üsluba da özen göstermiyorum, yazıyorum sırf yazmak için, sırf size daha çok yazmak için... Güvercinim benim, bir tanem, canımsınız benim!” Outro: open.spotify.com/track/6prclCggA...  
İnsancıklar
İnsancıklarFyodor Dostoyevski · Can Yayınları · 201862.4k okunma
·
109 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.