Gönderi

320 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 3 days
Hayatı boyunca tüh'lerden kaçarken keşkelere tutulmuş biriydim.
Bu kitapla ilgili duygularımı kelimeler ile anlatmam zor aslında, yazar kadar usta değilim bu konuda. Ama uzun zamandır kelimelerle bu kadar güzel dans eden, sık sık bir cümle üzerinde dakikalarca düşündüren bir kitap okumamıştım. Bazen durup derin bir nefes almam gerekti okurken, tokat gibi çarpan gerçekler oldu suratıma. İşimi gücümü yapamadım kitabı elimden bırakamadığım için. Akla gelebilecek her duyguyu 314 sayfaya sığdırmış yazar: mutsuzluk, endişe, korku, pişmanlık, mutluluk, umut, umutsuzluk, tiksinti, öfke, şaşkınlık... Kahkahalarla güldüğüm sayfalar da oldu, gözlerimden yaşların aktığı sayfalar da. Ben öyle kitabı "kurgu bu, gerçek değil" diyerek okuyabilenlerden değilim. Aslında bu kitabı öyle okumak kolay da değil, hepimizin her gün yaşadığı bir gerçekliğin kurmacası olunca. Bu da kitapta işlenmiş olan bir sorun, bu gerçekliklerin karşınızda ete kemiğe bürünmedikçe kurmaca gibi gelmesi. Yaşamadıkça yüzleşmemiz de gerekmiyormuş gibi hissetmemiz. Kötü olaylar her zaman başkalarının sorumluluğu, başkalarının sorunu. Kitap Adalet'i anlatıyor. Ölümcül bir hastalığa yakalandıktan sonra "ilk günah"ını arayan Adalet'i. Adalet doğunun Utanç-Gurur kültüründen çok batının Suçluluk-Masumluk kültürüne yakın. Herkesin içinde bir şeytanın olduğu ve masumiyetin kimseye yar olmayacağı kanısında. Ve ölümle yüzleşince oldukça doğal bir biçimde yaşamını, geçmişini sorgulamaya başlıyor. Neler yaşadı? Nasıl yaşadı? Ne için yaşadı? "Benim derdim, üst katta kimin ikamet ettiği değil, alt katta işlerin neden böyle gittiğiydi. Bir yaratıcı değil, anlam arıyordum. Parçayı değiştirecek bütünden ziyade, bütüne mana katacak minik bir parça." Adalet aynı zamanda sözlük ve 3. sayfa gazete haberleri topluyor. Kelimelerle ve her şehirde yaşanmış en korkunç olaylarla arası çok iyi. Spoiler istemeyen burada okumayı bırakabilir, uzun sözün kısası, alın okuyun derim. Pişman olmazsınız. Şimdi ben, özellikle de, gelecekte kitabın %90ını unutup bu yazdıklarımı okuyacak olan kendim için devam ediyorum. Adalet zor bir çocukluk geçirmiş. Babası birine aşıkmış ama kavuşamamış, ailesi annesini bulmuş ve evlenmişler. Fakat Adalet çok küçükken babasını Hikmet amcasını öperken görüyor, veya gördüğünü zannediyor ve facebook duvarlarının ilk versiyonu olan duvarına içini dökerek ortalığı karıştırıyor. Babası Hikmet amcaya yakınıyor, malum olayın öncesinde, "Adalet'in oyuncakları bile yürüyor ben çakılı kaldım." diye. Gitmek istiyor, Adalet tabii duymak istemiyor bunları. Hangi çocuk ister? Ardından babası bir arabanın altında kalarak ölüyor. Ama o depresif adam aslında bunu istedi mi hep düşünüyorsunuz. Yaşamak istemeyen bir adamın ölmesi pek de kaza hissi vermiyor. Arından annesi Adalet'e dokunmayı bırakıyor, kendini temizliğe veriyor. Obsesif Kompolsif Bozukluğu. Bir süre sonra Adalet de insanlara dokunmayı bırakıyor, sanırım üniversite yıllarından birçok erkeğe dokunduktan sonra. Aradığı şey annesinin dokunuşu, sarılışı, onu da hiçbir zaman bulamayacağını anlayınca tümden vazgeçiyor. Hayallerini kendi elleri ile parçalamayı seçiyor, başkaları yerine. Kaybetmemek için oynamamayı seçiyor. Kazanmak umurunda değil, tek amacı kaybetmemek. Burada kendime çok yakın hissettim karakteri. Aynı duygusal zayıflıktan ben de muzdaribim. Ama acaba Rapunzel kulesinde ne kadar güvendeydi? İnsana yalnızlık mı daha çok zarar verirdi, diğer insanlar mı? Güvende yaşamamak, güvensiz yaşamaktan daha mı iyi? Veya neden insan kendi kendine yarattığı acıları başkalarından gelenlere tercih ederdi? Belki de daha hazırlıklı olacağı için. Adalet'in bulabildiği ilk günah komşusu olan ve sanırım bilişsel bazı sorunları olan Mahsun'un oyuncağını çalması. Bu konuda kendini suçlu hissediyor ve iyileştiğinde bunu bir işaret olarak görüp oyuncağı ona geri vermeye ve af dilemeye karar veriyor ve yollara düşüyor. En yakın arkadaşı olan Hülya ise hastanede hep yanında, yolculukta da yanında. Fakat Adalet'in 2 bilet alması ve yanında oturup kendiyle konuşan Hülya'yı çantasına tıkıştırmasının ardından farkına varıyoruz, Hülya bir insan değil. Mahsun'un oyuncak ayısı Muhlise'ye kendi koyduğu isim. Çok da uygun bir isim konuşan bir ayı için. Adalet'in tek arkadaşı, her zaman yanında. Onu sakinleştiriyor bazen de gerçekleri suratına çarpmaktan çekinmiyor. İnsanın başka dosta ihtiyacının kalmamasını sağlayacak türden bir dost. Adalet'in de zaten başka arkadaşı yok. Ama bu yollara düştüğünde değişiyor. Otobüste yanına oturan patavatsız kadından onu Hınzır gibi yetişerek kurtararak bir adam sayesinde. Başta adının Hınzır olduğunu söylese de sonradan öğrendiğimiz üzere adı Sadi Seber. Beraber yazarın uydurduğu hayali kasabalara giderek Mahsun'u arıyorlar. Adalet istemediğini sansa da yol arkadaşına izin veriyor yanında kalması için. Git diyor ama göndermiyor. Zaten o istemese nasıl gelsin onunla? Ama birbirlerini tanımadıkları ve belki de güvenmemeleri gerektiğini düşündükleri için oyunlar oynayarak tanışıyorlar. Birbirlerine sorular soruyorlar, Adalet müzik dinlemeyi sevmiyor çünkü "Duygularını manipüle ediyor." şarkılar. Sigara da öyle, bu yüzden bırakmış. Yol arkadaşı oldukça, tanıştıkça, alışıyorlar birbirlerine. Bir sahile gidip içiyorlar, soyunup denize atlıyor Adalet. Sadi Seber çıkarıyor onu ve ısınsın diye ona sarılıyor. 20 saniyeden uzun hemde. Adalet bu duruma alışık değil. O incinmekten korkuyor, dokunmak hep incitir sanıyor. Halbuki onu en çok inciten dokunulmamak olmuş. "Param parça olup oramı buramı kesecek ümitlerle zehirlenmektense, bütün güzel ihtimalleri ölü doğurmakta karar kıldım." Telefonu da yok, ev telefonu var sadece. Zaten arayanı soranı, aramak istediği kimse yok. Facebook'u olmayan nadir insanlardan. Alışmaktan da korkuyor. "Burası bizim değil çünkü. Alışmamalıyız." Rüzgarlar da konuşuyor Adalet'le. Gittiği her kasabada olan korkunç olayları, defterine yapıştırdığı olayları kulağına fısıldıyor. Döverek öldürülen, küçücük yaşta onlarca iğrenç adama pazarlanan çocuklar. Bir pazar yerinde küçük bir kızı arayan yardım sever insanlar, aynı kasabada başka bir kızın üzerinde yatan o iğrenç adamlar. Adalet'in sürekli midesi bulanıyor, öğürüyor ama hiç kusamıyor. Halbuki kussa daha iyi hissedecek, içinden atamadığı bir şeyler var. "Kucağımda küskün yatan hayal kırıklıklarına çarnaçar baktım. Bazılarımızın ömrü hayallerine kısa kalıyor, yutkunamadım." Bir ipucu yakalıyorlar beraber, Adalet sona yaklaştığını hissediyor. Affoluşa. sayfa 158de beni çok uzun süre düşündüren bir şey söylüyor: "Bekle beni, geliyorum. Kazanmak için kaybediyorum. Sahip olmak için vazgeçiyorum. Bekle beni, azalarak artmaya geliyorum." İnsan ne zaman kazansa bir şeyleri de kaybeder aslında, kazanmak fedakatlık gerektirir. Bir şeylere sahip olmak başka şeylerden vazgeçmeyi gerektirir. Birini yapamayan, diğerini de yapamaz. Olduğu yerde kalır. - devamını yazacağım -
Dokunmadan
DokunmadanNermin Yıldırım · Hep Kitap · 20175.8k okunma
·
53 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.