Kendi gerçeğimizi ateşteki demir gibi işledik, masalların içine sakladık
Hiç tanımadığı babası Aslem’in ölümü üzerine babasının sırlarının peşinden Kuzey’e giden oğlu Rinda’nın bu hikayesi, son dönemde okuduğum en ilginç ve etkileyici romanlardan biri.
İlginç, zira Burhan Sönmez bu romanında Doğu’nun kadim hikayelerinden; o rengarenk masallardan, söylencelerden, türkülerden, inanışlardan masalsı bir dünya yaratmış okuruna ve Rinda’yı babasının izinden, bu renkli dünyanın içinde dolaştırmış. Binlerce yıllık kadim insanlık tarihimizin bu hazinelerini unuttuğumuz bir dönemde, kolayca alışıverdiğimiz “somut” bakış açısından, kazanma hırsımızdan, “doğru”nun ve “yanlış”ın mutlak bilinirliğine inancımızdan,“iyi” ile “kötü”nün turnusol kağıdıyla ayrılır gibi şıp diye tespit edilebileceğine imanımızdan sarsarak uyandırmış bizi. “Atalarımızın sözlerini takip edelim” demiş; “iyi de, kötü de insanın içindedir”, “her kötünün içinde iyi, her iyinin içinde kötü vardır, “önemli olan bulmak değil, aramaktır”, “kazanmak değil çabalamak önemlidir” demiş. Bunları, doğunun gizemli masalları ve söylenceleri eşliğinde, çok ustalıklı, ince, masalsı bir dille nakış gibi işlemiş romanında.
Etkileyici, zira Burhan Sönmez’in çizdiği çerçeve ve içinde yer alan destansı hikayeler demeti o kadar derin ve karmaşık ki, okuyucunun bu kaosun içinde kaybolması an meselesi. “Kuzey”de, tek başına bir romanın konusu olabilecek çok sayıda hikaye var ve peşi sıra sıralanan ve birbirine göndermeler içeren bu hikayeler yumağının nerede birbirine bağlanacağı, roman boyunca okurun kafasında bir soru işareti yaratıyor. Bir de üzerine karakter çeşitliliği ve tuhaf isimler ile takip edilebilirliği iyice zorlaştırıyor. Tüm bu sorunları -belki de “sorun” değil “meydan okuma” diye tanımlamak daha doğru- çok ama çok başarılı dil kullanımı ile aşmış yazar. Uzatmadığı cümleleri, basit kelime seçimleri ve akıcı anlatımı ile bu zor romanı keyifle ve merakla okunur hale getirmiş.
“Kendi gerçeğimizi ateşteki demir gibi işledik, masalların içine sakladık.”, “Yazmak, ölenler adına konuşmaktır.” demiş Burhan Sönmez. Sanırım bu sebeple, Mesnevi’den Binbir Gece Masalları’na, Mem ile Zin’den Zerdüşt’e atalarımızdan bizlere miras kalmış sayısız hikayeden etkilenerek yazdığı bu romanında adı bilinmez atalarımızın tümüne saygısını sunmuş. Yanısıra, kendisi açıkça vurgulamasa da, Rinda ile birlikte kendi iç yolculuğuna da çıkmış sanki Burhan Sönmez. İşkence ve iyileşme kaygısı ile dolu acılı yıllarından sonra belki o da Rinda gibi hayatın anlamını bulmak, zor da olsa affetmek ve geleceğe umutla bakabilmek için geçmişindeki yüklerden kurtulmak istemiş.
Son dönemde en çok alıntı yaptığım kitaplardan biri oldu “Kuzey. Burhan Sönmez’in bu ilk romanının beni etkilediğini ve yazarın diğer 3 kitabını da en kısa sürede okumayı hedeflediğimi de bir not olarak düşeyim buraya.
Peşi sıra gelen hikayelerin sıklığı, bu hayali dünyanın hikayelerin içindeki masallarla daha da karmaşıklaşması ve son bölüme kadar ana çerçeveye bağlanmaması, romanda beni en çok zorlayan noktalar oldu. Üstüne bir de bilinmez bir dildeki özgün karakter isimleri ve kahramanların birbirinin kimliğine bürünmesi de eklenince birkaç güne yaydığım bu okumada çareyi, kahraman adları ve hikayelere ilişkin kısa notlar tutmakta buldum. Romana ilişkin tek eleştirim de zaten bu; Burhan Sönmez’in heybesinde anlatacak çok sayıda güzel hikayeler, meseller var belli ki. Hepsini tek bir romana sıkıştırmasa, okuyucuyu daha rahat ettirirmiş.
Ama böyle yazabilen bir kaleme nasıl kızabilir insan?
"Onların yazısı varsa, bizim de sözümüz vardı. Kendi gerçeğimizi ateşteki demir gibi işledik, masalların içine sakladık. Acıyı, iyiliği, kötülüğü, mutluluğu orada anlattık. Bundan rahatsız olanlar, bilge kadınlara devanası, hekim annelere cadı dediler. Erkeklerin daha kötü, daha zalim olduğunu gösterdiğimizdeyse kızdılar. Birçok yerde masalları yasakladılar, kendi hikayelerini kutsal emir diye dayattılar. Oysa bizim kutsalımız doğanın kendisi, hayatın vicdanıydı. Bütün çabalarına rağmen, masalların sonundaki mutluluğu yok edemediler. Bizim umudumuzdu bu, hor görülenlerin, haksızlığa uğrayanların umudu. Solak, oğlum! Hiçbir acı boşuna değildir. Masallarda kötülüklerin yanında adaletin de, mutluluğun da olduğunu görürsün. Bu hepimizin düşüdür, annelerimiz serpmiştir oraya. Bu yüzden artık yazıya değil, söze inanır olduk."
“Kılıç kullananın vicdanı kılıcın ucundadır. Ona fazla bağlanmayalım. Zalimlere bir ders verir kılıç, ama dünyamıza yeni bir ufuk açmaz. Sen de unutma oğlum. Adaleti, evde, tarlada, şarkıda, masalda, hem yediğimiz ekmekte, hem ortak kurduğumuz hayatta çoğaltmalıyız, yoksa şimdiden yenilmiş oluruz. Mutlu değil acı bir adalettir kılıcınki, ona güvenmemeliyiz.”
"Bu dünyada kendi yolunu çizebiliyorsan o senin kaderindir, yok gücün yetmiyor, akıntının içinde sürükleniyorsan hayatın esirisin demektir.”
"Bir gün biriniz erkeklerin savaş meydanında birbirlerini katletmesine, sonra gizli dere yataklarında kadınların onların yarasına merhem sürmesine tanık oldu. Bir daha öldürsünler diye miydi, yoksa onlar da başkalarının yarasını sarmayı öğrensinler diye mi?”
"Rüyada ölürsem diğer hayatıma geri döneceğimden şüphe duyanlar, kendi ömürlerinin bir rüyadan daha anlamlı olduğunu sananlardır. Hayat kalıcı, rüya geçicidir onlar için. Ama ölüm karşısında çaresiz kalmış bir hayata böyle sonsuz bir değer yüklemek, başka bir körlük değil midir?"