Sevgili dostum...
Bugün yokluğunun yüzüncü günü. Geçen yüz gün boyunca seni aramadığım yer kalmadı. Sen kitapları çok severdin ve ben de bu yüzden ilk olarak seni kitaplarda aramaya başladım. Belki yemyeşil kırlardan koparılmış ve kitabın arasında kurutulmuş masum bir papatya gibi sen de bir kitabın sayfaları arasında kalmışsındır. Belki de çok sevdiğin bir kitabın son sayfasında, bitecek olmasının verdiği üzüntü içinde öylece bekliyorsundur. Yok dostum yok! Kitapların arasında seni bulamadım. Seni bir de sahaflarda aramaya karar verdim. Hani şu her kitabın bir anısının olduğu sahaflarda... Bilirim ne zaman sahaf görsen dayanamaz hemen girerdin kapısından içeriye. Ben de nerede bir sahaf görsem seni bulma umuduyla kapısından içeriye girip seni aradım. Fakat nafile... Ah benim elleri kitap kokan sevgili dostum…
Neredesin?
Sahi sen yıllanmış şarkılar dinlemeyi de severdin. Hani şu yıllar geçtikçe güzelleşen, dinledikçe bizi maziye alıp götüren o şarkıları… Dinledim dostum dinledim! Fakat ne maziye giderken ne de dönerken seni göremedim.
Hani dostum sen sırf bu dünya daha rahat nefes alabilsin diye toprağın bağrına fidanlar dikerdin. Sonra kitap kokan o ellerinle fidanların diplerine toprak doldurup, su dökerdin. Sen kitap okudukça ağaçların kesildiğini bilir, eksileni fazlasıyla yerine koyardın. Sahi dostum; ağaçlar olmasaydı ellerin kitap kokmazdı değil mi?
Korkuyorum sevgili dostum…
Ya senin toprağı sevdiğin gibi toprak da seni çok sevdiyse. Sahi insan sevdiği yanında olsun istemez mi? Söylesene dostum, seni sevenin yanında mısın? Bilirim dostum bilirim! Toprak aldıklarını vermez geri. Belki bir gün papatya olur, menekşe olur, gül olur, ağaç olur dönersin geri.
Bundan sonra benim de ellerim kitap kokacak, ben de gördüğüm her sahafa girip kitapları karıştıracağım. Yıllanmış şarkılar dinleyip maziye gidecek ve kitap okudukça ağaçların kesildiğini bilip eksileni fazlasıyla yerine koyacağım. Kısaca dostum, ben biraz sen olacağım.
Belki toprak beni de sever…
Sayfa 47