Bir “yeni çağ romanı”. Belleksiz, yabancılaşmış modern insanın öyküsü
Burhan Sönmez ile ilk romanı “Kuzey” vasıtasıyla tanıştıktan sonra anladım ki artık yazacaklarını merakla beklediğim yazarlar listesinin başlarında yer alıyor kendisi. Labirent, yazarın 2018 yılında yayınlanan son romanı.
Genç ve başarılı müzisyen Boratin’in bir gece ansızın, beklenmedik şekilde Boğaz Köprüsü’nden atlayarak intihara yeltenmesini, ama şansı sayesinde sadece kırık bir kaburga kemiği ve kayıp bir hafıza ile kurtulmasını anlatıyor yazar bu romanında. Ve “şans” diye bahsettiğimizi sorguluyor; kayıp bir bellek, yitirilmiş bir geçmiş; zamana, hayata, ölüme, bedene karşı kayıtsızlık “şans” sayılabilir mi? Sadece kalbin atıyor olması yaşamaya yeter mi? Maddi her şeyi varken bile içinde, derinlerde oluşan o boşluk hissini nasıl doldurabilir insan? O hissettiği boşluğu doldurmayı başaramadan da “yaşıyorum” diyebilir mi?
Burhan Sönmez etkileyici bir kalem. Okuduğum üç kitabında da bambaşka, birbirine benzemez tarz ve üsluplarla çıkıyor karşımıza. “Kuzey”in o mistik havası, “Masumlar”ın o tarih kokan hatıralarından çok farklı bir çalışma “Labirent”. Gerçek bir olaydan; Boğaz Köprüsü’nden atlayarak intihara teşebbüs eden, ancak montunun paraşüt gibi açılması sayesinde basit kırıklarla kurtulan bir gencin haberinden esinlenmiş yazar. Geçmişe ve tasavvufa hakimiyetinden, yaşadıklarından, kendi acılarından cesurca sıyrılarak çağdaş insanın kaygıları ve boşluğunu ele almış Labirent’te.
Yazarın deyimiyle bir “yeni çağ romanı” Labirent. Yüzeyde neşeli, varlıklı, mutlu görünen; derinlerde ise tek başına olan, tatmin olmayan, amaç edinemeyen, hiçbir yere ait hissetmeyen, içindeki o boşluğu dolduramayan yeni çağ insanının arayışları peşinden sürüklüyor bizi. Boratin ile birlikte boşluk içinde savrulurken varoluşu, hayatın anlamını, belleksizliği; belleksiz insanları, belleksiz şehirleri, belleksiz toplumu sorgulatıyor bize. Boratin hafızasını kaybettiği için yabancılaşıyor hayata, ama modern insan bunu bir tercih olarak yaşıyor. Geleneksel bulduğu geçmişine sünger çekme arzusu ile anılarını silmiş, şehrin karmaşasında sürüklenen, içi boşalan, kendine yabancılaşan modern şehir insanının nasıl hissettiğini soruyor ve bizimle birlikte anlamaya çalışıyor yazar.
Tüm bu sorulara cevap bulmak istiyorsanız baştan söyleyeyim; Labirent bir sorular kitabı. Sorularımızın cevapları burada yer almıyor. Boratin’in neden intihar ettiği, ablasını neden yıllardır ziyaret etmediği, geçmişinden neden koptuğu gibi yüzlerce soru askıda duruyor. Yazar sadece cevaplara odaklanmış durumda ve onu da bizlerle birlikte arıyor.
Geçmişe tutunmadan, onunla gerektiğinde hesaplaşmadan, hiçbir yere kök salmadan, sadece geleceğe odaklanarak var olabilir miyiz?
Bu ve romandaki diğer pek çok soruya herkesin farklı cevapları olacağını düşünüyorum.
“Biliyor musun, diyor, başlangıçta Allah'ın bir emaneti varmış. Onu göklere ve dağlara teklif etmiş. Onlar emaneti yüklenmekten çekinmişler, korkmuşlar. O emanete insan talip olmuş. Doğrusu, insan daha o zamandan cahilmiş, çok zalimmiş. Taşıyamayacağı yükün altına girmiş. Yalan söylemiş. Cana kıymış. Dünyayı zindana çevirmiş. Sonunda, emanetin ne olduğunu da unutmuş. Unutulan o emaneti şimdi kimin taşıdığını bilemeyiz. Belki sen taşıyorsun.”