Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Ankara'ya usul usul kar yağıyordu ve Ankara'nın karı saçlarına ne de güzel yakışıyordu zahmin... Ben seni ateşin içine çektikten sonra bile bana dokunamazdın. Öyle ben kokardın ki koynumdaki sana boylu boyunca uzanırdın. Yüzümün saçlarının değdiği yerlerinde acemi rüzgârlara esmeyi öğretirdin. Ellerini tutmak gusl’e sebepti ya, sıcaklık ellerinin tercüme edilmiş hâliydi. Ya birde mealin verilseydi? Açık denizlere yol alırken kıyamet flamalı şiirler bir gece ansızın topladın nefesini. Geçip gittin; eni sonu aşktı değil mi? Oysa eriyen içine içimi bırakmıştım. İçinde yankılansın sesimin aşk notası demiştim. Şimdi üşüyen çocukların gözlerine el ederken solumu açık bırak; dağ dağ kucağıma düşsün hasretin. Soluğunu tut yüzüme geçsin bu ayaz zahmin Aynalardan yüzünü aldığında çok kere yırtılmış oluyor görüntünün sır perdesi. Döllenmiş yenilgiler biriktiriyorum azalan yanlarıma azar azar. İsmini ağzıma almadan yanağıma sürterek eksik kalan gözyaşlarımı törpülüyorum. Ucunda hayat olan her şeyi bin bir zahmetle kusuyorum. Zindan şehirlerde yapayalnız beklerken gözlerini, kim inanır içinde ölenin kirpiğine koşarken üşüdüğüne? Hep dolambaçlı yollarda tüket yorgunluğumu. Dilimin ucundaki ahlarla an adını. Kanatma daha fazla. Ellerin ayrılıkta; ne bin eksik ne bir fazla. Kirpiğinde demlenirken mağrur yağmur, dudağıma ateşten masallar bırakma zahmin. Savurgan düşlerden payımı alamazken acının koynunda uyuyorum. Paslı makaslarla keserken el izini taşıyan saçlarımı, toplu iğneler batırıyorum özlemenin parmak ucuna. Bu kandırmacada son söz hayatın. Tenimde biriktirdiğin çiziklerde zehrini toplamasan Kent meydanlarında ayaklarımdan gözlerinin darağacına asıp baş aşağı ağlatmasan diyorum hani. Bu ölümde çok geldi sensiz yaralarıma. Gittiğin gibi gel ve ölüm beğendir bana. Hangi susku anlatmak istiyorsa ağlamışlığını, o bölsün seni toplanmamışlığınla. Ben senin içine aşkı çarpmaktan yoruldum zahmin. Kahrımdan kanımı kireçliyorum yoldan çıkmışken ağıt. Dilsiz isyanlarda bir avuç yalnızlığım belkide. Vagonlar dolusu düşle aşka çarpıyorum her seferde ve bir melek ağlıyor kefenle değil de tülbentle gömülüşüme her gece. Ellerim sensizlikten ele veriyor üşümüşlüğünü. Varlığını asla sınayamadığım keder kaderimin öznesi olurken adıma yitik kalıyorum. Dönüp baktığım pencerelerde yüzünü aramaktan vazgeçemiyorum yinede. Çoktan toplanıp gittiğin ömrümden sessizliğimi bıraksaydın, tadına varılmamış cümlelerle konuşmayacaktım sana. Ağrılı uykulardan kâbuslarla uyandırıp yağmur çarpacaktım içinin aşktan geçmişliğine. Kalamadın. Bir intihar hücresinde aklını yontmakla yetindin. Ayrılıktan delirmeseydin ne ayrılıklar sunacaktım sana. Yaralarımı yolmasaydın öpüp içine koyacağın ne yaralarla ağlatacaktım tenini. Şimdi sarılmak yeter mi hasretten kırılan kollarımızın birleşmesine zahmin? Sabaha zor yetişen uykusuzluklarla uyuyorum ellerine. Pişman bir sıcaklıkla avunurken avuçlarım bastığın toprağa zorlukla düşüyor alnım. Bileklerimde hayırsız kan pıhtılaşması. Alnımdaki yazgını tırmalayarak karalıyorum. Kaderimden kaderini alıp giderken aşk soluklu gece trenlerinde ömrünü unutmuşsun. Bana bağışladığın yaşamaktan sana bir ömür çıkmaz artık. Bir hayata sığmayacak ve bir ölümle yaşanamayacak kanamalar bıraktın ardında. Lal olmuş aşkı taşımak cennetten kovulmuş kalbi diriltmekten daha kolaydı değil mi? Saçlarımda unuttuğun merhamet izinden anneliğini sağıyorum. Bağrımda bıraktığın öpüşlerden kadınlığını eksiltiyorum. Ama susmak için yeterli değil ki gözlerime ektiğin ayrılık okşamalı maraz. Kana bulanmış seslerle yontsanda acımı, kendimden fazlasını yaşayamam sende biliyorum. Her gelene geç kalmışlıkla ağlıyorum. Gözyaşımın tuzunda tenimi avuturken gözyaşımda giden gelmez gemilerini yüzdürür müsün? Hani her aşk kendini belletirdi ya sevene; kaç tane yalancı dil biliyorsun ve yalanın doğruluğuna inanırken beni hangi dille susuyorsun? Kabuk bağlamışlığınla sürse de aşk, dokunma yaralarına da sana zahmin desinler... Cengizhan Konuş
·
42 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.