Gönderi

YAHYÂ KEMAL'E DAİR ITRÎ’nin notayla, Sinan’ın taşla yaptığını kelime ile yapan insana Yahyâ Kemal derler. Yahyâ Kemal, birçok büyük şairlere ilham kaynağı olmuş olan iki devrin nostalji içinde ömrünü tüketmiş ve şiirini örmüş adamdır. Zaman içinde nostalji, mekân içinde nostalji: Ya bugünün burukluğu ve çoraklığı içinde eski akın ve fetih günlerinin, ya da uzak gurbetlerde tarih ve tabiat İstanbul'unun özlemi. Bu iki dinmez özlemi yüzünden Yahyâ Kemal'i gerilerde kalmış eski bir kıymet sanıp bir kenarda unutmak isteyenler olabilir. Onlara verilecek en güzel ders, Yahyâ Kemal’in Zıyâ Gökalp’a verdiği cevaptadır: Ziyâ Gökalp, bir gün yarı şaka: Harabisin harabati değilsin, Gözün mazidedir âti değildin. Diyecek olmuş da, Yahyâ Kemal cevabı yapıştırmıştı: Ne harâbî ne harabatiyim, Kökü mazide olan âtiyim. Yahyâ Kemal, bizde Avrupai edebiyat başlayalı âdet olduğu şekilde Batı’yı taklit ve meşketmeyi yeter görmeyip, ondan örnek alarak, onun yozlaştıkça nelere başvurduğunu tesbit edip bunu bizim edebiyatımıza da tatbik etmesini bilerek edebiyatımıza Batı yaratıcılığım getirebilmiş ustadır. Yahyâ Kemal’in en alaturka görünen sanat tarafı, böylece en Garplı tarafıdır; ilk gazelini Fransa'da yazmıştır: Fransız dilinin ve zevkinin buhrana düştüğü bir zamanda, Versay devrinin klasik dilini ve zevkini tekrar yaşatmak, işe o kökten başlamak isteyen Fransız üstadlarından örnek alarak, Türkiye'de özentiden uzak, hem gerilikten hem züppelikten sıyrılmış sayılacak bir neoklasizm yaratmak istemiş ve böylece Lâle devrine inerek oradan ses vermeye başlamıştır. Yahyâ Kemal, Dîvân Edebiyatı ile aramızda atılmış köprüleri yeniden kuran ve Dîvân’dan günümüze kalmayı haketmiş değerleri bu günün şiirine taşıyan ve aşılayan büyük şairdir. Yahyâ Kemal, musikisi, mimarîsi ve şiiri ile Osmanlı medeniyetinin şairidir. Bâkî, Nâilî ve Nedîm divanları dahi o medeniyetin birer malzemesi, birer mamûlüdür. Osmanlı medeniyeti ancak Yahyâ Kemal’de ifadesini ve izahını bulmuştur. Tarihi, Osmanlı tarihini, sanatının inbiğinden süzerek bize bir iksir gibi sunan odur: «Her yaz şimâle doğru asırlarca bir koşu» Osmanlı haşmet devri akınlarının, «Akdeniz ufkunu bir tâze duman gölgeliyor Elli kalyonlu Donanmay-ı Hümâyun geliyor» Osmanlı haşmet devri denizciliğinin birer levhasıdır. Bir gün Yahyâ Kemal, Ankara’daki mebusluk günlerinde çok ve girift gazel yazdığı için bir dergide «Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir Osmanlı mebusu» diye ona çatmıştım. Üstad çok alıngandı, çok tahammülsüzdü. Uzunca bir küskünlük devresinden sonra beni bir pastanede yakalamış ve şöyle demişti: — Bana Osmanlı mebusu demişsin, hayatımda uğradığım iftiraların en insaflısı! Gel, bütün Türk tarihini, iki şair aramızda taksim edelim: Sen, Eti ve Sümer Behçet Kemal ol, ben de Selçuk ve Osmanlı Yahyâ Kemal! ve anlatmaya koyulmuştu: — «Ben Jöntürk olarak Paris’e kaçtım; her, Jöntürk şöyle düşünürdü: Biz bir avuç aşiretten bir koca devlet çıkardıktan sonra çok barbarlıklar etmişiz; şimdi Garba uymamız ve yaranmamız için Fransa'yı meşk etmemiz gerek!... Sonra düşünceye geçtim: Fransız’a hayran olmakta haklıyız. Neden? Çünkü, tarihi var, sanatı var, medeniyeti var, yuğrulmuş ve şekillenmiş vatanı ve milleti var. Ya bizim?... Mimarîmizi, edebiyatımızı, medeniyetimizi inceledim. Arada Selçuk’u keşfettim. Arkadaşlara da anlatmaya başladım. Osmanlı beyliği kurulmadan çok evvel, Anadolu'ya akın eden Türk boylarından bahsettim. Paris'teki Türkler’in elebaşısı Ahmed Riza Bey benim bu telkinlerimi duyunca kızmış, beni çağırdı, azarladı. Yeni Osmanlılar beni Türk’tür diye içlerine almadılar, yeni Türkler de Osmanlı’dır diye içlerine almıyorlar; benim halim ne olacak?» — «Dîvân, Arab’ı ve Acem'i meşketti; bu, onun kaderi idi. Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide, Frenk’i meşketti; onun gücü de ancak buna yetiyordu. Dîvân, isterdi ve özenirdi ki, eseri Acem’e benzesin; Edebiyat-ı Cedide, isterdi ve özenirdi ki eseri, Frenk’e benzesin ve şimdikiler istiyor ve özeniyor ki, eserleri, hiç bir şeye benzemesin. Başka olsun!... Fakat bu başka olmak, bu bir şeye benzememek de bir moda ki, başka yerden geliyor!... Halbuki şiir, gerçek şiir, öz şiir, her şeyden evvel bir şeye: Şiire benzemelidir!... Şiirde ahenk ve istif, armoni ve form... Asıl, dil ve edâ... Şiir bir söyleyiştir. Güzel olan, söylenen değil, söyleyiştir. Hayatta söyleyene değil, söyletene bak, ne kadar doğru ise, sanatta da söylenene değil söyleyişe bak düsturu o kadar yerindedir...» O gün, Türkçe’nin kaynaklarını gözümün önünde araştırmaya çıkan üstad, bir saat içinde Sultan Veledler’den, Yûnus Emre’lerden başlayıp, Nedim'lere, Karacaoğlan’lara kadar beni, tarihimiz ve sanatımız içinde «Türkçe» nin izlerinde gezdirdi... Türk zevki nerelerden kaynağını alıp nasıl benliğini buldu; Orta Asya’dan gelen sel, Anadolu’da nasıl yatağına girdi; Anadolu’daki Türk kültürü ve sanatı nasıl yuğrulup gelişti; biz nasıl biz olduk; bunu bir bilgin şairin ağzından dinlemek bana yeniden şevk ve gurur kazandırdı. Bir daha gördüm ki; Yahyâ Kemal, kendisine bir kâinat yapmış olan adamdır. Dünyasını kurmuş ve içinde yaşıyor. Yahyâ Kemal’ce bir bakış var; memlekete ve dünyaya, sanata ve tarihe, kendi gözüyle, kendi dürbünü ile bakıyor. Olduğu gibi görmekle kalmıyor, niçin böyle olduğunu kestirdiği kadar, nasıl olması gerektiğini belirtiyordu... Evet, Yahyâ Kemal’in sanatı, tarla tarla gülden birkaç şişe gül yağı çıkarmayı iş edinmiş bir sihirli imbiktir. İstanbul’un bütün manzara, tarih ve insan güzelliklerini beş - on mısra’da bizim zevklerimize hazırlayıp sunan odur. Doğup büyüdüğü şehri çok güzel anlatan büyük şairler çoktur ama, bir şehri taşıyla, toprağıyle, çeşmesi ile, selvisi ile, tarihi ile, tabiatı ile, manzarasıyle, insaniyle; bu kadar içten bilerek, bu kadar kara sevda ile tutkun olarak anlatan bir başka şair yoktur, diyebiliriz. Batı’nın poem dediği, tek konulu, uzun, gerçek şiiri bizde ilk değilse bile en güzel yazan odur. 50 - 60 sene öncenin «Ses» şiirini hatırlayanlar, Açık Deniz'i, Deniz Türküsü’nü filân hatırlayanlar, bana hemen hak vereceklerdir. Yahyâ Kemal, halis şiirin (poésie pure' ün) bizde bir, iki gerçek temsilcisinin başında gelir. Namık Kemal, vatan ve hürriyet için, Tevfik Fikret medeniyet ve insaniyet için, Mehmed Emin milliyet, Mehmed Akif diyânet için şiiri harcayıp dururken, halis şiire değer ve önem verip de Türk şiirinin haysiyetini ve seviyesini koruyup kollayanlar arasında Yahyâ Kemal ilk safta yer alır. Bu demek değil dir ki, Yahyâ Kemal’ de fikir kıttır, ideal yoktur. O, fikri şiir içinde eritmesini çok iyi bilir de, sanatı ecir haline sokmamış olur. Yıllardır Türkçe açık - seçik tarifi aranıp duran «milliyet» i, hiç didaktik olmadan, en iyi açıklayıp belirten Yahyâ Kemal’dir: Kalbim, kanım, dilim ve mizâcımla sîzdenim, Dünyâ ve âhirette vatandaşlarım benim! Son yarım asır içinde şiir yazıp da, Yahyâ Kemal’in etkisi altında kalmadığını iddia edenler, "O mâhiler ki deryâ içredir, deryâyı bilmezler". BEHÇET KEMAL ÇAĞLAR kaynak: siirparki.com/bkcaglarduz4.html
·
123 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.