Namlı şanlı Hephaistos’u çağırdı hemen:
“Bir parça toprak al, suyla karıştır,” dedi,
“içine insan sesi koy, insan gücü koy.
Bir varlık yap ki yüzü ölümsüz tanrıçalara benzesin,
bedeni güzelim genç kızlara.
Athena, sen de ona el işlerini öğret,” dedi,
“renk renk kumaşlar dokumasını öğret.
Nur topu Aphrodite, sen de büyülerinle kuşat onu,
istekler, arzularla tutuştur gönlünü.
Yüz gözlü devi öldüren Hermeias,
sen de bir köpek yüreği, bir tilki huyu koy içine.”
Böyle dedi Zeus, onlar da yaptılar dediğini:
Koca Hephaistos, topal tanrı hemen
bir kız biçimine soktu toprağı.
Gökgözlü Athena süslü kuşağını salıverdi beline.
O canım Kharit’ler ve o güzelim Peitho
altın gerdanlıklar taktılar boynuna,
Hora’lar bahar çiçekleriyle donattılar saçlarını,
Hermeias doldurdu göğsüne yalanı dolanı,
uzaktan gürleyen Zeus’un oluyordu istediği.
Ses koydu içine o tanrılar kılavuzu
ve Pandora adını taktı.
Pandora demek bütün tanrıların armağanı demekti,
çünkü bütün Olympos’lular insanların başına bela etmişti onu.
Tanrıların babası kurunca bu düzeni,
Epimetheus’a gönderdi Pandora’yı
kılavuz tanrı Hermeias’la.
Epimetheus unuttu Prometheus’un dediğini:
Zeus’tan armağan alma demişti ona Prometheus,
alırsan, ölümlüleri derde sokarsın demişti.
Armağanı aldı ve alınca anladı
başına bela aldığını.
Eskiden insanoğulları bu dünyada
dertlerden, kaygılardan uzak yaşarlardı,
bilmezlerdi ölüm getiren hastalıkları.
Pandora açınca kutunun kapağını,
dağıttı insanlara acıları, dertleri.
Bir tek Umut kaldı dışarı çıkmadık
kapağı açılan dert kutusundan.
Umut tam çıkacakken
Pandora kapamıştı kapağı,
böyle istemişti bulutları devşiren Zeus.
O gün bugündür insanların başı dertte,
toprak bela doludur, deniz bela dolu,
geceler dert doludur, gündüzler dert dolu,
belalar başıboş dolaşır sessizce
ölümlülerin çevresinde,
derin düşünceli Zeus ses vermedi onlara
sessizce gelişlerini duymasın diye insanlar.
Görüyorsun ya Zeus’un dileğine karşı konmaz.