Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

214 syf.
·
Puan vermedi
SOSYOLOJİ - Kitap Tanıtımı - İsmet ÇİFTÇİ KÜNYE BİLGİSİ: Topçu: N. (2019). Sosyoloji. (9. Baskı). İstanbul Dergah Yayınları. Nurettin Topçunun ‘Sosyoloji’ adlı eserinin ilk baskısı 1952 yılında basılmıştır. Son baskısı 1984 yılında yapılan 15. baskıdır. İncelediğimiz bu eser 1971 tarihli basılan eseri temel alarak hazırlanmıştır. Yazarımız sosyoloji ders kitabı niteliği taşıyan bu eserinde sosyolojiyi ilgilendiren birçok kavramı, toplumsal değerleri, sosyolojik açıdan açıklamış ve örnekler vererek anlaşılır hale getirmiştir. Yine bu kavramlar hakkında bazı sosyologların düşüncelerine yer vererek okuyucuya sunmuştur. Bunun yanında liberalizm, sosyalizm, komünizm, laiklik, demokrasi gibi kavramları açıklamakla birlikte bu düşüncelere yapılan eleştirilere de yer vererek okurun düşünmesini sağlamıştır. Yazar geçmişten günümüze değin oluşan topluluk kavramını en ince ayrıntısına kadar işleyerek, içinde bulunduğumuz toplumun oluşumunun nasıl gerçekleştiğini görmemizi sağlamıştır. Kitabın girişinde Nurettin Topçu’nun kısa bir şekilde hayatı ve Dergâh Yayınları adına sunuş yer almaktadır. Kitap belirli başlıklar altında 12 ana bölümden oluşmaktadır. Her bölüm içerisinde ana başlığı detaylandırmaktadır. Uzun yıllar İmam Hatip Okullarında ders kitabı olarak okutulan bu eser Milli Eğitim Bakanlığı’nca ders muhtevasının değiştirilmesine paralel olarak yenilenmiş, bazı kısımlar eklenmiş bazı kısımlarda çıkarılarak yeni basıma uygun hale getirilmiştir. Ders kitabı hüviyetini koruması için ünite sonlarında bazı sorulara yer verilmiştir. Aynı zamanda konu sonunda özet bilgide verilmektedir. Birinci Bölüm (Sosyal Gerçeklik) Yazar bu bölüme toplum ve cemiyetin, fertlerin bütününden ibaret olmadığını, toplum ve cemiyetin ferdî yaşayışın üstünde ayrı bir realite teşkil ettiğini belirtir. Sosyal realitenin, ruhî bir yaşayış, bir takım tasavvurların, duyguların, şuur halinin bütünü olduğunu ifade eder. Sosyal olayların ferdin düşüncesinin dışında meydana geldiğini, ferdin eseri olmadığını, bizzat fertten önce var olduğunu, zorlayıcı, cezalandırıcı olarak ferdin ruhunda var olan düşünce ve hükümler olduğundan bahseder. Yazarımız cemiyeti aralarında kurumlar halinde organlaşmış bağıntılarla karşılıklı yardımlaşma münasebetleri bulunan fertlerin bütünü olarak tarif etmektedir. İnsan cemiyetinin süreklilik arz ettiğinden, toplumsal tasavvurlarının olduğundan, insandaki zekâ sayesinde sürekli evrim geçirdiğinden zekâ ve düşünceye istikamet veren bir takım kurumlar tarafından dıştan idare edildiğinden bahseder. İnsanın yaratılışında cemiyet halinde yaşama içgüdüsünün bulunduğunu dolayısıyla hiçbir zaman yalnız yaşamadığını belirtir. Cemiyetin, insanı ferdî olarak maddi bakımdan, ruhi bakımdan (zihnini, duygularını, iradesini) etkilediğinden söz etmektedir. Gaye ve fonksiyonları sınırlanmış cemiyetleri ‘’dar çevreli cemiyet’’, gaye ve fonksiyonları sınırlandırılmamış, gayesi sonsuz cemiyetlere ise ‘’geniş çevreli cemiyet’’ demektedir. Kan birliğine ve müşterek duygu ve yaşayışa dayanan topluluğa komünite, kendiliğinden meydana gelmeyen aklı ve hukukî münasebetin eseri olarak meydana gelen topluluğu ise sosyete olarak tanımlamaktadır. Sosyolojiyi cemiyet ilmi olarak tarif eder. Sosyoloji’nin kişinin çevresini daha iyi tanıyarak daha başarılı yaşamasını sağlayacağını, insanın geçirdiği evrim hakkında fikirler vererek kişiyi geniş görüşlü yapacağını, sosyal kurumların evrimleşmesinin şartlarını araştırmak suretiyle tarihe yardımcı olduğunu, dolayısıyla bizlerin vatandaşlık kültürünü artırdığını ifade etmektedir. Sosyolojinin metot olarak olayların tanınmasında, gözlem ve açıklama yolunu kullandığını beyan etmektedir. İkinci Bölüm (Sosyolojinin Bölümleri) Yazarımız sosyoloji araştırmaları morfoloji (cemiyet şekillerini inceleme) ve sosyal ilimler olmak üzere iki bölüme ayırmaktadır. Cemiyetleri başlıca; tabiat, geçinme şekilleri, bünyelerinin evrimlenmesi olarak sınıflandırmıştır. İlkel cemiyetlerde, cemiyet hayatının bütün fonksiyonlarının dinin emir ve yasaklarına göre idare edildiğini ifade etmiştir. İlkel cemiyetin teşkilatsız ve kalıtımsız olduğunu ortaya koymuştur. Bu cemiyetlerde düşünüşün akıl ve fert tasavvurlarının günümüz toplumuna benzemediğini ortaya koymuştur. Geçen asırda Kuzey Amerika ile Avustralya’nın ortasında henüz klân (boy) halinde yaşayan cemiyetlerden bahsetmektedir. Bu cemiyetlerin dini hayatının totemciliğe dayandığını ifade etmektedir. İktisadi hayatta ise üretim olmadığını bu cemiyetin parazit halinde yeryüzünde buldukları yemişleri topladıkları ve avcılık yaptıkları, dolayısıyla tabiattan beslendiklerini belirtmektedir. Yazarımız ilkel bir cemiyet olarak gördüğü klân’ın bütünüyle bir totem ailesi olduğunu dile getirmektedir. Yine .Schmidt’e göre klân’ın ilkel bir cemiyet olmadığını belirtmektedir. Üçüncü Bölüm (Toprağa Yerleşme Olayı: Boy ve Boy Birlikleri) Boyların zamanla totemcilik bağlarından koparak toprağa yerleşip bir şefin etrafında toplanmasıyla klandan tamamen ayrı yapıya sahip boyların ( tribu ) meydana geldiğinden bahsetmektedir. Böylece meydana çıkan boy şeflerinin zamanla güçlerini artırarak etrafındaki boyları da idare altına alarak boy birliklerini (peuplade) oluşturduklarını ifade etmektedir. Bu durumun dinin ve ailenin yapısında değişime sebep olduğunu, totem dini yerine ruhçuluk ve tabiatçılığın yerini aldığını, ailenin değişimiyle ise mülkiyete bağlanan ana ailesi ile baba ailesinin ortaya çıktığını belirtmektedir. Yine ilk olan aile mülkiyetinin boylarda meydana çıktığını belirtmektedir. Dördüncü Bölüm (Toprağa Yerleşmiş Cemiyetlerin Evrimi Sitelerin Kuruluşu) Boy ve boy birlikleri gibi toprağa yerleşmiş cemiyetlerin evrimleşmesiyle, sitelerin ortaya çıktığını böylece bir medeniyet merkezi şehir olduğu ortaya koymaktadır. Bu sitelerin oluşmasında birlikte pazar yeri kurma, birlikte tapınma, birlikte savunma gayesinin etkili olduğunu düşünmektedir. Bu birleşmiş boyların mabutlarının birleştirilmesinden çok tanrıcılığın meydana geldiğini ifade etmektedir. Aile yapısı bakımından iş bölümünün yapılmasıyla babaya olan bağlılığın arttığını, dolayısıyla babaerkil bir yapının oluştuğunu ifade etmektedir. Boylarda toprağa yerleşmenin görülmesiyle tarımın doğduğunu, böylelikle geçimin tarıma dayandığını belirtmektedir. İş bölümün ortaya çıkmasıyla sosyal sınıfların doğduğunu ifade etmektedir. Sitelerin yayılmasıyla imparatorlukların meydana çıktığını, imparatorlukların parçalanmasıyla derebeylik rejiminin doğduğunu ortaya koymaktadır. Beşinci Bölüm (İlerlemiş Cemiyetler) Yazar bu bölümde milleti, maddi (soy, toprak, emek) ve ruhî (dil, din, dilek) vb. birçok unsurların birliğine dayandırmaktadır. Milliyeti ise bir milletten olma, bir millet topluluğuna bağlanma iradesi olarak görmektedir. Milliyetçiliği ise bir millete bağlanma iradesinin yaşatılması olarak telakki etmektedir. Batıda milliyetçiliğin Hıristiyan ruhçuluğuna ve sömürgecilik temellerine dayanan büyük sanayinin temsil ettiğini ifade etmiştir. Türkiye’de ise milliyetçiliğin Malazgirt Zaferiyle başladığı belirtir. Türkiye’de milliyetçiliğin Osmanlıcılık, İslamcılık, Turancılık gibi evrim geçirdiğini belirtmiştir. Altıncı Bölüm (Devlet) Bu bölüme devletin tarifiyle başlamaktadır. Devleti muayyen topraklar üzerinde hâkimiyetle yaşayan insanların meydana getirdiği manevi birlik olarak görür. Devleti, cemiyetin idarî alanda teşkilatlanmış şeklinden ibaret manevi bir kuvvet olarak görmektedir. Eski devletin otoriter bir kuvvet, istediğini yapabilen güç olduğunu; yeni devletin ise zorlayıcı bir kuvvet değil bilakis hizmetkâr olduğunu ifade etmiştir. Liberalizmi fertçi ve hürriyetçi ekonomi sistemi olarak açıklamakta, liberalizmde sosyal düzenin temelini ferdî mülkün oluşturduğunu belirtmiştir. Sosyalizmin fertçi ve hürriyetçi sisteme karşı doğduğunu, sermaye sahipleri ile işçiler arasındaki eşitsizliği servet ve refah farkını ortadan kaldırmayı amaç edindiğinden bahseder. Sosyalizmin üretim vasıtalarını cemiyete mal ettiğini dile getirir. Faşizmde devletin aşırı otoriter olduğunu ferdi ve cemiyeti kendi gayesine göre yoğurduğunu ifade etmektedir. Bugünkü komünizmin ise siyasi ekonomik esaslarının Karl Marx’ın esaslarına dayandığını belirtir. Komünizminde tüketimin bütün fertler arasında eşit yapılması ve üretimin bu esasa göre düzenlenmesi ilkesi olduğunu, ferdi mülkiyetin eşitsizliğe sebep olduğu üzerinde durmaktadır. Yine bu bölümde laikliğinin din işlerinin devletin vazifeleri arasından çıkarılması, onunla ilgisiz hale getirilmesi esasına dayandığını ortaya koymaktadır. Demokrasinin ise halkın kendisini idare etmesi olduğunu, hürriyet ve eşitlik prensibine dayandığını ifade etmiştir. Yedinci Bölüm ( Din Hayatı ) Dinin ilk sosyal kurum olduğunu, tarihte tüm insanların hayatına düzen veren bir gerçek olduğunu dile getirmiştir. Dinin bazı tariflerine değinmiştir. Bu tariflerin tabiatüstü ve esrarlı kuvvetlerle, Allah fikriyle, kutsallık tasavvuru ile meydana getirildiğini belirtmiştir. İlkel cemiyetlerde din, ilimlerin doğduğu kaynak konumunda olduğundan, millet hayatında ise evrimlenen dinlerin, monoteist bir özellikte olduğunu ifade etmiştir. Sekizinci Bölüm (Ailenin Yapısı) Evvelden ailenin meydana gelişinde biyolojik ve ekonomik sebep varken, günümüzde ailenin kuruluşunda bu iki sebebin yanında birçok sebeple birlikte ahlaki temelinde olduğunu ifade etmiştir. Millet hayatının evrimi içerisinde ailenin, hısımlığın hem anne hem baba tarafından geldiği ve babaların mutlak otoritesinin ortadan kalktığı babalık ocak devrini geçirdiğini belirtmiştir. Bugün ise ailenin bütün fertlere hak, hürriyet bağışlayan ferdi mülkiyet ve mesuliyet veren modern şeklini aldığını ortaya koymuştur. Bu durumun ailede değer hükümlerinin değişmesiyle birlikte büyük sanayi devriminin gerçekleşmesiyle ekonomik olarak fertlerin omuzlarına kuvvetli yükün binmesinden kaynaklandığını düşünmektedir. İlkel cemiyetlerde kadına aşağı insan gözüyle bakıldığından, iradesinin ve beden gücünün erkeklere nispetle daha zayıf olmasından dolayı cemiyet içerisinde hakir görülmesinin veya haklarının kısıtlanmasının doğru olmadığını belirtmiştir. Kadının kendine mahsus meziyetlerinin tanınması gerektiğini ifade etmiştir. Günümüzde kadınlara kanunlarla birçok hakların verildiğini ortaya koymuştur. Yine bu bölümde evlenmenin, ailenin kuruluşunu tespit ve ilân eden içtimaî mukavele olduğundan, başlangıçta dini ve içtimaî iken zamanla evrimlenerek hukuki ve ferdî karakter kazandığını açıklamıştır. Boşanma durumunda toplumun temelleri sarsılacağından boşanmaya karar verme hakkının devlete ait olduğunu ifade etmiştir. Dokuzuncu Bölüm (Sosyoloji Bakımından Ahlak) Yazar, sosyolojinin ahlak tarifini şu şekilde yapmaktadır:’’Muayyen bir devirde muayyen bir insan topluluğu tarafından benimsenmiş olan hareket kaidelerinin bütününe ahlak denir.’’Her toplumun kendine özgü bir ahlak anlayışı olduğunu belirtmiştir. Ahlak olaylarını başka olaylardan ayıran karakterleri Durkheim’in mecburîlik ve arzu edilir oluş ilkesiyle ayırdığını ifade etmiştir. Yazar hukukun tarifini ‘’cemiyeti düzenleyen ve cemiyet, müeyyidesi ile kuvvetlendirilmiş bulunan kaideler’’ olarak tarif etmiştir. Adaletin hukuk sayesinde temin edildiğini, adaletin eşitlik olmadığını, adaletin herkese layık olduğunu vermek olduğunu ortaya koymuştur. İlkel cemiyetlerde hukukun dinden ayrılmadığını zamanla hukukun dinden ayrılarak içtimai müessese haline geldiğini belirtmiştir. Daha sonra yazar ahlak ile hukuk arasındaki farkları ortaya koymuştur. Kanunlara karşı gelmenin suç olduğunu, suç işlemenin de cezayı gerektirdiğini ifade etmiştir. Cezanın mahiyeti ve karakterlerini açıklamıştır. İnsanın, kendi hareketlerinin hesabını vermeye borçlu oluşunu mesuliyet olarak telakki etmiştir. Cemiyetin evrimi esnasında, mesuliyet ve caza fikrinin evrimleştiğini belirtmiştir. İnsanlığın tarihi içinde harplerin doğuşuna dinin, siyasetin, ekonominin ve ideolojinin sebep olduğunu dile getirmiştir. Son olarak bu bölümde toplumlar arasında yapılan harplerin bazı faydalarından ve zararlarından bahsetmiştir. Onuncu Bölüm (Teknik ve İktisadî Faaliyetlerin Kazandığı Önem) Millette teknik ve ekonomik evrimin, diğer sosyal kurumların yanında yüksek bir değer kazandığını belirtmiştir. Yazar, üretimi tabiat varlıklarının, insanların ihtiyaçlarını gidermeye elverişli hale konulması olarak tarif etmektedir. Üretimin, tabiat, sermaye, emek veya iş, olarak üç unsurunun olduğunu dile getirmiştir. Modern ekonomide, üretimi artırmak için rasyonalizasyon, standardizasyon, koordinasyon metotlarının kullanıldığını ifade etmiştir. Parazit ekonomi devrinde insanlar hazır tabiata yapıştıklarından çalışmanın önem kazanmadığını, sitelerde ise küçük sanayi ile birlikte zihnî çalışmanın, incelmiş zekâ işinin, kaba beden çalışmasının yerine geçtiğini ifade etmiştir. Büyük sanayi devriyle birlikte insanın makinenin emrine tâbi olduğunu, kendi başına bir işe yaramaz hale geldiğini ancak makinenin işini tamamlayıcı bir parça halini aldığına değinmiştir. Devletlerin zamanla kapitalizm ve sosyalizm rejimleri arasında ikisinin de aşırılıklarından koruyucu olarak daha mutedil olan güdümlü ekonomi (planlı ekonomi, planlı kapitalizm) sistemi kabul ettiklerini belirtmiştir. Yazarımız daha sonra kapitalizm ve sosyalizmin özelliklerini aktarmıştır. Yazar iktisadî planı ‘’memleketin iktisadi imkânlarının belli bir süre içinde istenen amaca ulaşabilmesi için en yararlı şekilde kullanılmalarını sağlamak maksadıyla alınan tedbirlerin bütünü’’olarak tanımlamıştır. İktisadi planda amacın, süre tespiti ve tedbirin olması gerektiğini belirtmiştir. Yazar iş bölümünü ‘’üretim gayesinin gerçekleştirilmesinde işin, bütün halinde veya icap ettirdiği fonksiyonlara göre, fertler arasında paylaşılma olarak tanımlamaktadır. İş bölümünün üretimi artırdığını ve organik dayanışmayı sağladığını ifade etmiştir. Bunun yanında bazı zararlarından da söz etmiştir. Cemiyetlerde iş bölümünün cinsiyete göre, sosyal sınıflara göre, mesleklere göre, tekniğe göre yapıldığı ifade belirtmiştir. İktisadî iştirak kurumları olarak korporasyonlardan, sendikalardan, kooperatiflerden bahsetmiştir. Korporasyonları küçük sanayi devrine ait mesleki teşekkül, sendikaları büyük sanayinin ortaya koyduğu teşekkül olarak tanımlamış, kooperatiflerin ise işleri kolaylaştırdığından, ucuz mal teminini sağladığından bahsetmiştir. Değişimi (mübadele) bir malın üreticinin elinden tüketicinin eline geçmesi olarak tanımlamış, üretimin ilerleyişinin değişimin artmasına bağlı olduğunu, değişimin vasıtalarını yollar, nakil vasıtaları ve kımıldatıcı kuvvetler olarak açıklamıştır. Eşyanın muayyen bir devirde ve muayyen bir cemiyet içinde ölçüt olarak kullanılan muayyen eşya ile değişim kabiliyetine değer denildiğinden bahsediyor. Değeri fayda, azlık, sonuncu fayda, emek, ve sosyal tasavvurlarla açıklamaktadır. Bir malın bir pazarda para cinsinden kazandığı değere malın fiyatı denildiğini, bir malın fiyatını arz ve talebin belirlediğini ifade etmiştir. Zamanımızda serbest yarışmanın kendiliğinden doğan bir takım tekel tarzlarından meydana çıktığını belirtmiştir. Yine paranın değer ölçütü ve değişim vasıtası olduğunu ifade etmiştir. Piyasada dolaşan para miktarının fazla artması yüzünden eşya fiyatlarının aşırı yükselmesine enflasyon, bir milletin parasının yabancı paraya nazaran değerinin düşmesinin devalüasyon denildiğini belirtmektedir. Kredinin ise hazır servetin gelecek bir servetle değişimi demek olduğunu, ilk cemiyetlerde kredi olmadığını modern ekonomide işlerin büyük sermaye ile görülmesi zorunluluğundan doğduğunu ifade etmiştir. Hukuk tarafından şahıslara tanınmış olan mala bağlı haklara mülkiyet denildiğini belirtmiştir. Öteden beri taşınabilen, taşınamayan her şeyin insanın malı olduğunu belirtmiştir. İlkel zamanlarda sadece cemiyet mülk sahibi olabilirken günümüzde gerçek şahısların ve itibari şahıslarında mülk sahibi olabildiğine değinmiştir. . On birinci Bölüm (Medeniyet ve Kültür) İnsanlığın muayyen tarihî devirlerinde bir zümre cemiyetin benimsediği vasıtalarla çalışarak ortaya koyduğu ve yaşattığı teknik eserlerine ve yaşayış şekillerinin bütününe medeniyet denildiğini belirtmiştir. Bir cemiyetin kendi tarihi içinde meydana getirdiği değer hükümlerinin bütününe ise kültür denildiğini ifade etmiştir. Yine bu bölümde medeniyet ile kültür arasındaki farkları ortaya koymuştur. İlmin doğuşu hakkında biri sosyolojik diğeri biyolojik olmak üzere iki sebebin olduğunu ifade etmiştir. Yine ilkel cemiyetlerde güzel sanatların dinden ayrılmadığını zamanımızda ise dinden ayrılarak başlı başına bir ilim haline geldiğini ortaya koymuştur. On ikinci Bölüm ( Gerçek Hakikat ve Değer ) İnsanın bütün hareketlerinin bir gerçeği tanıma, bir hakikati araştırma, bir değeri ortaya koyma amacı olduğunu ifade etmiştir. Gerçeği onu düşünen insanlardan tamamen bağımsız olarak ele alınan eşyadan ibaret, hakikati düşüncemizin konusuna uygunluk, değeri ise sosyal tasavvurların bir takım eşyaya bağlanması olarak tanımlamıştır. Değerin hukuki değer, ekonomik değer, estetik değer, ahlaki değer olarak dörde ayrıldığını belirtmiştir. Değerlendirme Toplum bilimi olarak anlaşılan ve toplum olaylarını ve toplumsal kurumları kendisine konu edinen sosyoloji, yazara göre hayat hakkındaki bilgimizi tamamlayarak daha başarılı bir şekilde yaşamamızı sağlayıcıdır. Ayrıca sosyoloji, insanlığın geçirdiği evrim hakkında fikir verir ve böylelikle insanı, ufku geniş bir varlık haline getirir. Topçu, sosyologun olayı bir eşya gibi görmesi, peşin hükümlerden ve inançlardan sıyrılması ve bu suretle olayları tam ve tarafsız olarak tarif etmesi gerektiğini düşünür. Topçu bu eserde toplum şekillerinin yapısını, bir toplum şeklinin evrim geçirmesiyle yeni bir toplumun ortaya çıkışı ve evrimin genel kanunlarını incelemiştir. Sosyolojiyi ilgilendiren birçok kavramın bu kitapta açıklanmasıyla okuyucuda sosyoloji kavramları hakkında temel bilgilerin oluşmasına vesile olacaktır. Sosyolojiye ilgisi olan her bireyin okuması gereken bir eser olduğunu düşünüyürum.
Sosyoloji
SosyolojiNurettin Topçu · Dergah Yayınları · 2010217 okunma
·
257 görüntüleme
Emre B%_!?? okurunun profil resmi
Gördüğüm en iyi kitap özeti diyebilirim :)
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.