Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

512 syf.
·
Puan vermedi
Hasan Sabbah ve fedailerinin hikâyesini ilk kez Semerkant romanında okumuştum. Orada Nizam-ü’l Mülk ile Hasan Sabbah arasındaki mücadele Ömer Hayyam’ın gözünden anlatılıyordu. Bu kitapta ise Alamut'un içinden bakıyoruz olaylara. Kurguda bana mantıklı gelmeyen bazı noktalar bulsam da Wladimir Bartol gerçekten harika bir iş çıkarmış. Kitabın düşünsel altyapısı çok sağlam, Hasan Sabbah’ı o büyük çılgınlığa götüren olay ve düşünceleri adım adım takip etmenizi sağlıyor. Yazının bundan sonraki kısmı kitabı okumuş olup hafızasını tazelemek isteyenlere ve spoiler sevenlere hitap etmektedir. Evet, sevgili spoiler severler, hazırsanız başlayalım. Genç yaşlarından itibaren Hz. Ali taraftarı olan Hasan Sabbah, kendi görüşlerine yakın bulduğu İsmaili öğretisini merak eder ve birgün yaşadığı yere gelen bir İsmaili daisine giderek merakını gidermeye çalışır. Din kavgalarının ötesinde bir sır duymayı bekleyen Sabbah kendisine anlatılanları gülünç bularak hayal kırıklığına uğrar. Ancak daha sonra şehre gelen başka bir daiye olan ziyareti her şeyi değiştirecektir. Dainin önünde İsmaili öğretisiyle alay eden Sabbah huzurdan kovulmayı beklerken dai hoşnut bir gülümsemeyle ona aslında bu hikâyelerin sıradan insanları öğretilerine çekebilmek için kullandıkları yalanlar olduğunu söyler. Bu görüşmeden sonra kafası iyice karışan Hasan Sabbah ergenliğin de vermiş olduğu isyankarlıkla önüne gelenle dini ve siyasi tartışmalara girer. Oğlunun başına bir iş gelmesinden endişelenen Sabbah’ın babası, çareyi oğlunu bir medreseye yollamakta bulur. Ancak medresede Ömer Hayyam ve Nizam-ü’l Mülk ile karşılaşan Hasan Sabbah iyice yoldan çıkar. Düşünceleri birbirine benzeyen üç arkadaş, kendi aralarında ileride taht hırsızı olarak gördükleri Selçuklu sultanına karşı mücadele edeceklerine ve iyi bir mevkiye gelen kişinin diğerlerine de yardım edeceğine dair yemin ederler. Uzun bir süre boyunca birçok yer gezen, birçok bilim dalında öğrenim gören ve birçok yabancı dil öğrenen Sabbah bu esnada kendini İsmaili öğretisine daha da yakın hissetmeye başlamıştır. “Ama o zamanlar daha gençtim ve insanlığın büyük kısmının cehalet içinde olduğu, yalanların peşinden gittiği ve batıl inançlara saplanıp kaldığı düşüncesi beni son derece rahatsız etmekteydi. Bu dünyadaki görevimin insanların arasına hakikat tohumları ekmek, onların gözlerini açmak, insanlığı yanılgılara ve karanlığa mahkûm eden yalancılardan kurtarmak olduğunu sanıyordum. İsmaili öğretisi benim için cehalete ve yalanlara karşı başlattığım mücadelenin bayrağı olmuştu. Kendimi insanlığın kör yürüyüşünü aydınlatacak bir meşale olarak görüyordum.” Fikirlerini halka açık yerlerde duyurmaya başlayan Sabbah gittiği her yerden kovulur ve hayal kırıklığıyla Hayyam’ı ziyarete gider. Onunla giriştikleri bir sohbet esnasında cennet bahçeleri fikri aklına gelir: “İnsanlar cennet fikrine alıştılar ve eski duygular uyanmıyor artık içlerinde. Eğer insanlara bu dünyadaki yaşamları esnasında cennettin kapılarını açmanın bir yolunu bulamazsan, peygamberlik etmekten peşinen vazgeçsen daha iyi olur.” Bu sürede Nizam-ü’l Mülk Büyük Selçuklu Devleti’nde vezir, Ömer Hayyam da ünlü bir matematikçi ve astronom olmuştur. İlk sözünü artık çocukça bir düşünce olarak gören Nizam-ü'l Mülk verdiği diğer sözü tutarak Hasan Sabbah’ın sarayda bir göreve gelmesini sağlar ancak zamanla aralarında bir rekabet oluştuğu için onu bir komployla saraydan uzaklaştırır. Bunun üzerine Mısır’a giden Sabbah, orada da aradığını bulamayınca bir Frenk gemisine kapağı atar ve orada yaşadığı bir olay ona imanın ne kadar büyük bir silah olabileceğini gösterir. Bir fırtına nedeniyle rotanın değiştiğini diğer yolculardan önce fark eden Sabbah, onlara başlarına bir şey gelmeyeceğini ve Suriye’de karaya çıkacaklarını Allah’ın kendisine bildirdiğini söyler. Söylediği gerçekleşince yolcular Sabbah’ı bir peygamber olarak görmeye başlar ve onun müridi olmak isterler. “Tüm tarikatların kudretleri, taraftarlarının kendilerine körü körüne inanmalarına bağlıdır. Bir grubun bilinç seviyesi ne kadar düşükse, onu harekete geçiren fanatiklik de o kadar büyüktür.” Zamanı geldiğinde hileyle Alamut Kalesi’ni ele geçiren Hasan Sabbah sabırla planlarını uygulamaya başlar. Bir yandan Kur'an'daki tasvirlere uygun olarak cennet bahçelerini hazırlarken bir yandan da çevresine İsmaililerin bekledikleri Mehdi olduğuna ve cennetin anahtarlarını elinde tuttuğuna inanan birçok yandaş toplar. Müritleri arasından seçtiği bazı gençleri zorlu bir eğitimden geçirir; her türlü ortama uyum sağlayabilecek, her türlü insanın kılığına bürünebilecek bir kültürle donatır. Planının en önemli parçası ise bu fedaileri kendi oluşturduğu cennet bahçelerine göndererek onlarda ilk müminlerdeki imanı yaratabilmektir. Haşhaş haplarının da etkisiyle Seyduna dedikleri Hasan Sabbah’ın kendilerine cennetin kapılarını açtığını düşünen fedailer, tekrar bu cennete kavuşma arzusuyla yanıp tutuşan birer ölüm makinesine dönüşmüştür. “Kendi başının tehlikeye düştüğünü hisseden her hükümdar geri adım atmaya hazırdır. Fakat bu korkunun etkili olabilmesi için en çarpıcı yöntemlerin uygulanması gerekir. Çünkü hükümdarlar çok iyi korunurlar ve gözetilirler. Sadece ölümden korkmayan, hatta ölümü arayan birisi onları tehdit edebilir.” Seyduna, kendilerine güvenen insanları böylesine kullanmasını eleştiren dailere ise felsefeyi kullanarak cevap vermektedir: “Ptagoras insanın her şeyin ölçüsü olduğunu söylüyordu. İnsanın algıladığı şeyler vardır, algılamadıkları ise yoktur. Aşağıdaki üç adam cenneti algılıyorlar ve ondan ruhları, vücutları ve bilinçleri ile zevk alıyorlar. Demek ki cennet, onlara göre artık vardır… Bir yerde bulunmuş olduğumuza gerçekten inanıyorsak, o zaman oradaydık demektir. Gerçekten Allah'ın bahçelerine gitseler yine aynı zevkleri, aynı mutlulukları tatmayacaklar mıydı?” Bundan sonra Hasan Sabbah’ın tüm düşmanlarına korku saldığı suikastler dönemi başlar. Fedailerin, Seyduna tarafından kendilerine verilen zehre bulanmış altın hançerlerle kurbanlarında ufak bir yara açmaları bile yeterlidir. İlk kurban Sabbah’ın baş düşmanı Nizam-ü’l Mülk’ten başkası değildir. Başveziri öldüren fedai İbn-i Tahir, ölmeden önce kendisinden Hasan Sabbah ve cennet bahçeleriyle ilgili tüm gerçekleri öğrenir ve başvezirin izniyle Seyduna'yı öldürmek üzere Alamut’a geri döner. Ancak Seyduna’ya ulaşan İbn-i Tahir onu öldüremeden yakalanır ve Seyduna ona yaşadıklarını ve yaptıklarının altında yatan nedenleri açıklar. Tahir bundan etkilenerek Seyduna’dan af diler ve Seyduna da birgün kendi yerine geçeceğini söyleyerek kendisini yetiştirmesi için onu kaleden gönderir. “İnsanların büyük kısmının hakikatin ne olduğuna ilgi duyduğuna inanıyor musun yoksa? Umurlarında bile değil! Tek istedikleri rahatlarının bozulmaması ve hayal güçlerini canlı tutmak için masallar. Veya kimin haklı kimin haksız olduğunun onlar için bir anlam ifade ettiğini mi düşünüyorsun? Asla! Yeter ki onların zavallı isteklerinin bir kısmını tatmin et. Artık kendimi boş hayallere kaptırmak istemiyordum. Mademki insanlık bu şekilde, artık ben de amaçlarıma ulaşmak için onu kullanacaktım! İnsanların aptallıklarının ve saflıklarının kapısını çalmıştım. Onların her türlü bencil isteklerinden ve zevklerinden kendi çıkarıma yararlanmaya başladım. Tüm kapılar önümde bir bir açılmaya başlamıştı. Bir süre sonra, senin de saflarına katılmak istediğin meşhur bir peygamber olmuştum! Artık ben kitlelere gitmiyorum onlar benim ayaklarıma geliyorlar.” Kalesi Selçuklu güçleri tarafından kuşatılan Hasan Sabbah, teslim olmaları emrini getiren elçinin gözü önünde daha önce sahte cennetine soktuğu iki fedaisine kendilerini öldürme emri verir. Fedailer hiçbir itiraz etmeden, hatta büyük bir mutlulukla emri yerine getirirler. Dailer dahil herkes büyük bir şaşkınlıkla izler olanları. Sabbah o an için şöyle diyecektir sonradan: "Bu emri verdiğim zaman, dehşete düştüğümü itiraf etmek zorundayım. İçimdeki boğuk bir ses bana şöyle fısıldıyordu: Eğer üzerimizde birisi varsa, buna müsaade etmeyecektir. Ya güneş kararacak ya da yer yerinden oynayacak. Kale yıkılacak ve seni tüm ordunla beraber toprağın altına gömecek... O anda sadece bir şeyler kımıldasaydı, mesela güneşin önünden bir bulut geçseydi veya kuvvetli bir rüzgâr esseydi, o emri asla vermezdim. Her şey bittikten sonra bile, hâlâ olağanüstü bir şeylerin olmasını bekliyordum. Fakat güneş Alamut'un, benim ve cesetlerin üzerinde eskisi gibi ışıldamaya devam ediyordu." Tüm dünya ölüme koşa koşa giden bu fedailer karşısında büyük bir şaşkınlık içindedir. Sabbah’ın sonraki kurbanı ise Selçuklu Sultanı Melikşah olur. Sultanın öldürülmesi taht kavgalarına yol açar ve Alamut’u kuşatmaya giden birliklerin dağılmasına neden olur. Tahtı ele geçirmek isteyen Melikşah’ın büyük oğlu Berkyaruk, Hasan Sabbah’tan yardım ister. Yardımına karşılık öne sürdüğü şartlar kabul edilen Sabbah, hedefine bir adım daha yaklaşmıştır. Artık güçlerini tüm dünyaya göstermenin vakti gelmiştir. Kitaba göre Hasan Sabbah herhangi bir dine inanmaz ancak bir Tanrının varlığını da tamamen inkar etmemektedir. Bu durumda onun agnostik (bilinmezci) olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hem dini hem de insanları kendi amaçları doğrultusunda kullanmaktan çekinmez. Kendini en yüksek bilinç derecesinde görür ve fedailer arasından ancak bu dereceye ulaşmaya layık olanların tarikatlerinin gerçek düsturunu öğreneceğini söyler: Hiçbir şey gerçek değildir, her şeye izin vardır. Böyle bir düsturla insan her şeyi yapabilir sanırım. Bu müthiş dehanın, zekasını böyle acımasızca eylemler için kullanması ne acı... Bu noktada Semerkant ile Alamut arasındaki bazı farklılıklara değinmek istiyorum: - Semerkant’ta Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Nizam-ü’l Mülk ile sonradan karşılaşırken Alamut’ta gittikleri medresede tanışıp dost olurlar. - Semerkant’ta Ömer Hayyam ölümü çağıran biri olarak düşündüğü Hasan Sabbah’ı sevmez ancak Sabbah kendisini anlayabilen yegane insan olduğunu düşündüğü Hayyam’a büyük hayranlık duyar. Alamut’ta Hasan Sabbah kendini peygamber ilan ettikten sonra dostluklarının niteliğine değinilmez ama Sabbah’ın Hayyam’a olan hayranlığı burada da göze çarpmaktadır. - Semerkant'ta Sultan Melikşah bir av esnasında yediği yemekle zehirlenerek ölürken Alamut’ta zehirli bir hançerle can verir. Ayrıca Alamut'ta anlatılanların ne kadarı gerçek ne kadarı yazarın hayal gücü öğrenmek isterseniz şu yazıma bakabilirsiniz: #104941632
Fedailerin Kalesi Alamut
Fedailerin Kalesi AlamutVladimir Bartol · Yurt Kitap Yayın · 200941,5bin okunma
·
134 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.