Gönderi

Zamanımızda din bilgisi bilimsellikten çıkarılmış, yerini birçok uydurma hurafe ve İslam’da olmayan bilgilerle doldurulmuş, İslam’ın insanlara sunduğu ilim kısıtlanıp kaybolmuştur. Ortaçağın Hrıstiyan din adamlarının bilimin önüne din adına engel koymalarıyla başlayan engizisyon, bu gün İslam adına kendilerini İslam alimi sanan kişiler tarafından (İslam adına) sessizce uygulamaya konulmuştur. Tamamen kapalı bir devre haline getirilen İslam, aslına uygun olmaktan çıkarılmış Kur’ân’ın bilimsel derinliklerinden ilim tahsili yapmak nerdeyse yasaklanmış, Kur’ân’ın derinliklerinden haber verenlere de günahkar, dinden çıkmış gözü ile bakılmaya başlanmıştır. Bir zamanlar İslam ilminin pınarları olan Tasavvuf ocakları da asıl gayesinden uzaklaştırılmış, bir kısmı turizm ve tiyatro geliri elde eden kurumlara dönüştürülmüştür. Diğer tasavvuf ocakla rının birçoğunda ise talebelere İslami ilim tahsili yasaklanmış kayıtsız şartsız o ekolun başındaki kişiye itaat ve teslimiyet şartı getirilmiştir. Oysa Resulullah Efendimizin (s.a.v.) talebeleri olan sahabeler, Peygamber Efendimizden (s.a.v.) değişik bir bilgi öğrendikleri zaman şöyle sorarlardı: “Ya Resulullah bu söylediğiniz Allah (c.c) tarafından inen bir ayet mi yoksa kendi sözünüz mü?” İşte İslam’da Peygamber Efendimiz (s.a.v.) zamanında başlayan sorarak öğrenme özgürlüğü daha sonradan kaldırılmıştır. İçlerinden çok az bir kısmı asıl gayesi üzerinde çaba vermektedir. İslam da ki bu ve buna benzer yasaklamalar, Emeviler devrinde başlamış, Hür İslam toplumunu kendi emirlerine almak ve bu toplumun yönetimini padişahlığa dönüştürmek için, zamanın yönetimindeki kişilerin emrinde olup da fetva veren ve Peygamber Efendimizin (s.a.v.) dilinden birçok hadis uyduran alimler türetilmiş, gerçek İslam alimleri de yönetimin çeşitli baskıları ile susturulmuş veya katledilmiştir. Böylece zaman içerisinde İslam dini ilim dini olmaktan çıkmış, görünüşe kılık kıyafete, önem veren müntesiplerini her fırsatta cehennemle ve kabir azabıyla tehdit eden, düşünmeyi yasaklayan, kâinatta yaratılmış olan en üstün varlığı yani insanı kendi kalıbında kalmasını sağlayan ve diğer varlıklar karşısında küçülten, aslından uzaklaştıran bir din haline getirilmiştir. İslam dini kâinatta ki ve dünyadaki tüm insanlara hitap eden bir kutsal kitabın, Kur’ân-ı Kerîm’in emirlerine tabi iken, İslam alemi kendi içine dönük ve İslam olamayan insanlardan ayrı yaşamaya zorlanır hale gelmiş, yabancı bir dindeki insanla yakınlaşmanın altında şüpheli şeyler aranmaya başlanmıştır. Oysa Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hiçbir din mensubunu ya da inançsızı ayırmadan her insana İslam’ı tebliğ etmiştir. İslam dini altında her insan eşittir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Veda Hutbesi’nde bunu açıkça beyan edip şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Rabbiniz birdir, babanız birdir. İslâm’da insanlar eşittir. Hepiniz Adem’in çocuklarısınız, Adem de topraktan yaratıldı (toprak nurdan hücreye altı aşamalı yaratılışa tabidir). Allah (c.c) katında en değerliniz, en çok Allah’a (c.c) sığınanız, emirlerine yapışanınız, günahlardan arınanınız, azabından korunanızdır. Bir Arap’ın, Arap olmayana, bir başkasının Arap’a, bir siyahın bir kızılderiliye, bir kızılderilinin bir siyaha, takvanın dışında bir üstünlük sebebi yoktur.” Peygamber Efendimizin (s.a.v.) bu sözleri İslam’ın, insanları eşit gördüğünün delilidir. Ancak, biz İslam aleminin mensupları, Kur’ân-ı Kerîm’e tam uymadığımız gibi, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sözlerine de itaatimiz tartışılır. Bugün İslam’ın ana unsurunun kılık kıyafet olduğunu dayatanlar, eşit olan insanlar arasında neden ayrım yapmıştır? İşte size çarpıcı bir örnek: “Tesettür; kadın hür ise bütün bedeni avrettir. Eller ve yüz hariç hiçbir yerine bakılamaz haramdır. Kadın cariye ise; bazı alimler onun avret yeri göbekle diz arasıdır demiştir (yani göğüsleri açıkta kalabilir). Bazıları da, cariyenin avreti, yaptığı iş sırasında açılmasına ihtiyaç olmayan kısımlardır demiştir. Buna göre cariyenin başı, kolları, bacakları, boynu, göğsü avret sayılmaz demişlerdir.” (Kaynak; Kütübü sitte, cilt-3 sayfa12). Cariye veya başka bir insan Allah’ın (c.c) yarattığı şerefli ve üstün bir varlık değil mi? Cariye, Müslüman olsun ya da olmasın bir İslam toplumu içerisinde yaşıyorsa bu ayrımcılık neden? Haramın geçerli olması için Müslüman mı olunmalı? Müslüman’a haram olan şey başka dinde olana haram değil midir? İşte İslam aleminin son zamanlardaki İslam ilmi adına tartıştığı konular buna benzer konulardır. Ebu Hureyre Ra diyor ki; “Ben Resulullahdan iki kab dolusu ilim aldım. Bunlardan birini size naklettim. Diğerini de nakletmiş olsaydım boynumu vururdunuz” Buharî, İlim, 42 Ebu Hureyre Hz.leri gibi Kur’ân ilimlerinin hakikatine ulaşan bir çok İslam mutasavvıfı ve düşünürü yazmış oldukları eserlerde Kur’ân’ın derinliklerini anlatan cümlelerinde daha ileri gitmekten korkarak “Bundan öteye anlatmaya bize müsaade yoktur” diyerek, konuyu kapatmışlardır. Sebebi ise dar düşünen, sonsuz İslam ilmine kendi kafalarında sınır koyan, kaba sofuların fitne çıkarmasını önlemek içindir (bu örnekleri ileriki sayfalarda sizlere tekrar hatırlatacağız). Ahir zamanı yaşadığımız şu günlerde kalplerde küllenen imanın ve İslam ilimlerinin yeniden tazelenmesi için, İslam’ın insanlara verdiği hürriyeti ve derin ilimleri tüm açıklığıyla anlatmanın insanın, kâinatta sonsuz kere tekrarlanan hayatlarını ve bu hayatlarındaki evrelerini ve her evredeki olgunlaşmalarını hatırlayabilmeleri için bu konudaki ayetlerin zamanımıza ve ötelerine hitap eden manalarının açıklanmasının vakti gelmiştir. Bu sebeple bu kitabı kaleme aldık. Kitabın bazı bölümlerinde konular sizlere tekrar gibi görülebilir. Ancak İlah’ın varlığındaki merkez insanı, kâinattaki insanı kebiri, dünyadaki İnsan-ı Kâmili, Fena- fil Rabbı, Fenafillahı daha iyi anlatmak için tekrarladık. Dikkatle okursanız muhtevasının ayrı anlamları içerdiğini göreceksiniz. Kitabın son bölümlerinde ise sizi aydınlatacak makaleleri ve bazı ayetlere verdiğimiz gerçek manaları bulacaksınız.
··
48 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.