Gönderi

Okul açılalı 1 ay falan olmuş ama yazdan kalan son mevcudiyeti sonuna kadar darlamak istiyordum. Okuldan gelmiştim, kardeşim daha doğmadığı için evde kimse yoktu. sokakta da kimse yoktu. Daha eve girdiğimde dev bir sıkılma geleceğini farkettiğim için hemen üstümü değiştirdim, dolapta duran pudinglerden bi tanesini çorba içer gibi yedim. Eve girerken motivasyonumu bir nebze olsun yüksek tutan şey dolaptaki 3 kase pudingin varlığıydı aslında. Çünkü 9 yaşındayken de kötü bir gün geçirmiş olabilirsiniz. okulda, serviste irili ufaklı birtakım problemler, aksaklıklar yaşayabilirsiniz. 9 yaşında bir insan da kendince dert sahibi olabilir. fakat 9 yaşındayken dertler dolapta duran pudingin varlığı anımsandığı anda tamamen gidiyor, bir daha da geri gelmiyor. puding bitti, ağzımı sürahiye dayayarak su içtim. normalde annem görse aşırı kızar ama bu da benim kişisel anarşist şovumdu. evden kimse yokken çeşitli asilikler sergiliyordum genelde. halıya tükürmek olsun, yastıklara tekme atmak olsun, yatak odası çekmecesi karıştırmak olsun… ama o gün bunların hiç yeri değildi. o gün dışarı çıkmam lazımdı, kış bangır bangır geliyorum derken o güneş, o saatlerin henüz geri alnımadığı o gün kaçırılmazdı. Apartmandan çıktım, kimse yok mahallede anasını satıyım, kimse… biraz dolanıp apartmanın önüne döndüm.1. zile bastım. 1. kat komşumuz ibo’nun sabahçı olduğunu bildiğim için kesin evdeydi. ya mezdeke dinliyordu, ya atari oynuyordu ya da ikisini aynı anda yapıyordu. ibo benden 1 yaş büyüktü, 1 sene önce sobalı evimizden yenikent’teki kaloriferli toplu konutlara taşındığımızda tanışmıştık ve 1 senedir arkadaşlık ediyorduk kendisiyle. bu süre zarfında birbirimizin evlerine gidip geldik, bol bol mezdeke dinledik, evde ve dışarda futbol oynadık, karşılıklı olarak onun ananesi ve benim babannemin patates kızartmalarını yedik, bisikletten düştük, benim okulumun nasıl tam gün olduğu hakkında sohbetler ettik. ibo sabahçıydı. onun okul felsefesinde sabahçı olma ve öğleci olma mevhumları dışında konuşulacak pek bir şey yoktu. bu sene sabahçıydı, demek ki şu an evdeydi. zile bastığımda otomatikman balkona çıktı. herhangi bir şekilde 1. katta oturuyorsanız, biri zile bastığında kim o demezsiniz, otomatiğe basmazsınız, balkona çıkarsınız. size buyurmak isteyen şahısla bizzat ve korunaklı bir alanda yüzleşirsiniz. ibo balkona çıktı. napıyon dedim. ananemle oturuyoz dedi. iyi, çıkçan mı dedim. çıkmıcam dedi. amına koyim ibo senin. sen her çağırdığında ben bi şekilde çıkıyorum dışarı, şimdi bana bu artisliği yapmak oldu mu sarı pipi. bunları demedim tabi, çünkü o yaşlarda böyle çalışmıyor beynimiz. balkonda dur o zaman dedim, ne bileyim buradan bir oyun falan çıkarırız diye düşündüm sanırım. ibo bu isteğimi olumlu karşıladı. o balkonda ben dışarda saçma sapan bir arkadaşlık… Topu atsana dedim. topu son zamanlarda çok dışarı çıkardığını ve iyice eskimesinden korktuğunu belirtti. ibo’nun tavırları beni resmen germişti. ses çıkarmadım. bahçede biraz toprağı falan eşeledim, solucan aradım. solucan var mı dedi. var dedim. büyük mü dedi. cevap vermedim. onu iplmeyen tavırlarım ibo’yu etkilemişti sanırım çünkü ibo mezdeke söylemeye başladı. bi yandan da kafasını balkon demirlerinin arasındaki boşluğa sokup çıkarıyordu. bu harekete bi 5 dakika birlikte güldük. ben onun kadar hakim değildim mezdeke parçalarına ama eşlik etmeye çalışıyordum. ben eşlik ettikçe de coştu, şımarmaya başladı ve kafasını farklı balkon demiri boşluklarına hızla çıkarıp sokmaya başladı. acaba dışarı çıkıp benle oynamayı reddettiği için ve benim buna biraz bozulduğumu anladığı için miydi bu büyülü gösteri? sanmıyorum. ibo o kadar empatik veya duyarlı bir şahıs değildi. aynı zamanda hesapsızdı ibo. balkon demirleri arasındaki boşlukların bir standardı olmadığını öngöremedi ve tam en şımarmış haliyle coşarken kafası balkon demirlerine sıkıştı. tak diye girdi kafa, sesi duyduk yani. tam şakaklarından itibaren o kadar muntazam oturdu ki kafası. yine güldük. fakat bir süre sonra ibo gülmüyordu. resmen kafası kalmıştı orada, sıkışmıştı. olanca gücüyle iki eliyle tuttuğu demirlere yüklendi ama nafile. gittikçe kıpkırmızı oldu cebelleşirken, suratı falan iyice şişti, damarları belirginleşti. İbo sarışın çakır gözlü bulgar göçmeni olduğu için, yoğun fiziksel efor onun suratını hep domatese çevirirdi. ama bu sefer domatesten de öte bir şey vardı karşımda. ibo ağlıyordu, ananesi çıktı balkona. noldu mooldu faslından sonra kadıncağız da anladı ki kafa kütük gibi girmiş, çıkmıyor. hıııı, ıııaaaağğğ, aaaaaa, gibi sesler çıkarmaya başladı ibo. çıkmıyoooo diye de bağırmayı ihmal etmiyordu salya sümük ağlarken. ne yapacağımı bilmiyordum, önden itmeye çalıştım, vurdum ama bu sefer de kafası acıdı. bağırış çağırış sesini duyan komşular balkona çıktı. necla teyze onlardan biriydi, iboların üstünde oturuyorlardı. çok fazla cam pencere balkon açılmazdı necla teyzelerin evinde çünkü muhabbet kuşları vardı ve günün 16 saati salık vaziyette yaşıyordu hayvan. ilginç tabi. necla teyze kuşun bile sesi duyup rahatsız olduğundan bahsetti diğer komşulara. ya bu ne gereksiz bir detaydır şimdi amk, çocuğun kafası sıkışmış sikeyim seni de kuşunu da, bu mudur yani ilk söyleyeceğin şey? noldu dedi bana, ibo’nun kafası sıkıştı dedim. aaaaa dedi. bu kadar… çözüm olarak aaaa demeyi sundu bize. ananesi polis çağıralım dedi. çoğunluk tarafından oldukça saçma bir öneri olarak karşılandı bu istek. raziye teyze direkt aşağı indi, ibo çok fazla bağırmaya başlamıştı. raziye teyze, ibo’nun annesiyle babasının şu an çalıştığı ziraat bankası şubesinden malulen emekliydi. ziraat bankası personelinin işe giriş çıkış saatlerine oldukça hakim olduğu için bi 10 dakika daha beklememizi, ibo’nun babası turan amca’nın birazdan burada olacağını, bu problemle onun uğraşması gerektiğini söyledi. Hepimiz turan amcayı beklemeye başlamıştık, bu süreçte ibo “başım ağrıyoooooeeaa” diye bağırıyordu. biri aspirin getirdi, o haldeyken ibo’ya asprin içirdiler, su içti falan. tabi aynı zamanda ibo’nun moral motivasyonunu da mümkün mertebe yüksek tutmak gerekiyordu. ahmet amca (necla teyzenin kocası), ibo hadi bakam bize bi türkü söyle, hep söylüyon ya onu söyle dedi. ibo o haldeyken, sözü ve bestesi osman yağmurdereli’ye ait, “bir bir biri birilerine, bakar bakar bakar dururum” adlı parçayı icra etti bizlere. kafası demirlere sıkışmış 10 yaşında bir çocuk güncel bir şarkı söylüyor, etrafta 40 50 yaşlarında el çırpan, kafasıyla ritme eşlik eden, birlikte söyleyen insanlar… allahım bu nasıl bir balo? bu çılgınlık ne zaman bitecek, şu an burda resmen uzay, zaman, mantık, rasyonalite ne varsa her şey bükülüyor. burada normallik algısının sınırlarını zorlayan bir deney yapılıyor ve aslında ibo’yla birlikte hepimiz bir auranın içinde geri dönüşü olmayan tünellere giriyoruz, sıkışıyoruz, mahvoluyoruz. neyse, sonunda turan amca geldi. balkonlarının önündeki kalabalığı görünce suratı falan bi değişti, savunmasız ve bıyıklı birine dönüştü. sonra veliahtı bulgar prensini gördü demir parmaklıklara kafası hapsolmuş şekilde. oğlum sıkıştı mı kafan? gibi cevabının hiçbir önemi olmayan bir soru sordu. sonra hemen eve girip içeriden baktı olaya bi de. şimdi bol takım elbisesi ve bol pantolonunun altında ayağının yağıyla parlamış siyah çoraplarıyla balkonda turan amcayı görünce daha da karmaşık bir hal almaya başlamıştı olay. güneş batmak üzereydi, benim ailem de eve gelmişti. babam olaya müdahale olup turan amca’ya kaynakçı çağıralım dedi. kaynakçı arandı, kaynakçı geldi. hava tamamen karardı. ben şimdi kendi balkonumuzdan izliyordum gösteriyi. kaynakçı amca ibo’nun gözüne kıvılcım, parça falan sıçramasın diye de fazladan kaynak maskesi getirmiş. usta ne iyi adammış dedi annem. demir kesildi, ibo’nun kafası kurtuldu, olay bitti. herkes yuvasına döndü. ben de balkondan içeri girdim, mutfağa… salondan turgut özal’ın sesi ve babamın kendisine karşı sarfettiği hakarethamiz kelimeler duyuluyordu. annem mutfaktaydı, puding var mı? dedim sanki bilmiyormuşum gibi. yemişsin zaten bi tane, yemek yenilecek şimdi ne pudingi dedi. annem haklıydı.
·
100 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.