Gönderi

72 syf.
·
Not rated
·
Read in 21 hours
TERSİYLE YÜZÜ BİR OLAN DÜNYA
İnsan ölümünü düşünen ve bundan acı çeken, ölmeden önce ölen tek canlı. Hiçlik ve ümitsizlik kokan bu denemeler; üst düzey gözlem gücü ve yorumlama yeteneğine sahip, 22 yaşında geniş bir hayat görüşü edinmiş ve artık biriktirdiklerini içinde tutamayan bir zihinden taşanlar. Varoluşunu kendinden duyumsayacak yetide olmayan insan, bunun için başkalarına muhtaçtır. Bu sebeple hatırlanmak, sevilmek, takdir edilmek mecburiyetindedir. Belli bir yaşı geçtikten sonra, yalnızlık anlarında ölümü düşünmemek mümkün değildir. Yaşlı insanlar hayat koşuşturmacasına artık dâhil olamamaları, hayata dair beklentilerinin kalmaması ve ümit kaynaklarını tüketmeleri sonucu zihinlerini uyuşturacakları dünyalık meşgaleler bulamazlar. İlk nefesten itibaren hayatın en büyük gerçeği olan ölüm, kendini en çok yaşlıyken hissettirir. Kalan ömrü harcadığı ömründen kısa olan kişi, ölümünü varlığından daha net duyumsar. Yaşlı insan evde ölüm fikriyle tıkılı kalmaktansa covid riskini göze alarak dışarı çıkmayı yeğler :) Ölümün kendini keskin şekilde hatırlattığı yaşlılık döneminde, insan var olduğunu kanıtlama ihtiyacı hisseder. “Alay” isimli denemede bu sorunu yaşayan 3 kişiyi ve 3 farklı çözüm denemesini görüyoruz. Hayatta başarılı olamamış, insanların takdir ettiği bir iz bırakamamış kişi, gördüğü herkese hayat öyküsünü anlatarak varlığını ispatlamaya çalışıyor. Dışarı çıkamadığı için sosyal ortamı evle kısıtlanmış kişi, hastalık numaralarıyla çocuklarının ilgisini çekmeye çalışıyor. Kimsesiz kalan kişiyse Tanrıya inanmaya çalışıyor. Hepsinin gayesi hayatı biraz daha duyumsayabilmek, var olduklarını kendilerine ispatlamak. Kimsesiz kaldığı için Tanrıya inanmaya çalışan kişinin hayali arkadaşlar edinmektense Tanrıya inanmaya çalışmasının sebebi ne? Yok oluşu müjdeleyen hiçbir din çok uzun süre varlığını koruyamamıştır. Tanrı ölümsüzlük vaadinde bulunmasaydı bu kadar kişi son nefeste ona yalvarır mıydı? Sınav günü yaklaşınca çalışmaya başlayan öğrenciyle ihtiyarlayınca dua etmeye başlayan kişi aynı kişidir. Birinde somut bir sınav varken diğerinde somut ölümün ardındaki soyut bir kabul söz konusudur. Sınav dönemindeyken “bundan böyle günü gününe çalışacağım” diyen insanla, ölüm tehlikesi esnasında “ bundan sonra uzun bir ömrüm olursa Tanrıya sürekli dua edeceğim” diyen aynı kişidir. İnsan nankör ve bir o kadar da tutarsızdır. Aldattığı Tanrı değil bizzat kendisidir. Belki de bu, kendi benliğini tanıyamamanın, kendine karşı dürüst olamamanın sonucundaki içgüdüsel ve ilkel bir davranıştır. İnandığını söylediği halde ibadet etmeyen, inanmadığını söylemesine rağmen başı sıkışınca dua edenden daha az tutarsız değildir. Ama insanın tutarlı olmak gibi bir mecburiyeti yoktur. Önemli olan, hayatla bir şekilde başa çıkabilmektir. İnsanın başı sıkışınca tanrıya yalvarması tanrının varlığını kanıtlamaz, sadece inancın sebebini gösterir. Bir şeyin var olması için mantıklı sebepler sıralanabilmesi onun varlığını mecbur kılmaz. Zira mantık derslerinden ilk söylenenlerden biri mantıklı önermenin her zaman doğru olmadığıdır. Var olmak için hiçbir çaba göstermedik. Ne gariptir ki ölmeyi de istemiyoruz. İnsan emek vermeden sahip olduğu bu şeyi kaybetmemek için neden bu kadar hırslı. Varoluştan kopamamamızın sebebi belki de yok olmayı tecrübe edemeyişimizdir. Yok oluşu en fazla duyumsadığımız anlar, hiçliğimizin farkına vardığımız anlardır. Hiçlik algısı insana mutluluk vermese de en azından mutsuz olmasını önler. Daha stabil bir ruh hali barındırır. Kim bilir, belki de hissizlik, hayatın mecburi eşlikçisi olan ruhsal dalgalanmalardan daha tahammül edilebilirdir. Yokluğun varlıktan daha iyi olmadığını kim kanıtlayabilir. Dünya o kadar basit bir yerdir ki sırf bu sebepten dolayı insan hayatını sonlandırmaya karar verebilir. Toplu intiharı önlemek için evren karmaşık bir yermiş gibi lanse edilir. Çözülmesi gereken sırlar, keşfedilmesi gereken yerler olduğunu söylenir. Hepsi palavra! Dünyanın sonu başından farklı değildir. Tersiyle yüzü birbirinin aynısıdır. Dünya bir hiçlik yumağından ibarettir. “Dünyanın derin anlamını duyar gibi olduğum her seferde onun basitliği şaşırttı hep beni.” (s.45) Camus, insanın iç çağrısının iki unsurdan oluştuğunu söylüyor: bencillik ve umutsuzluk (s.59). Dünyayı var eden insanın “ben”idir, “ben” yoksam dünya da yoktur. Tekdüze ve anlamsız olan bu dünyada ümit etmek yapılabilecek en saçma şeydir. Boşa çıkan her umut denemesinden sonra insan yeni umutlar edinir. Her denemesinde insan umut bataklığına daha da saplanır. Bu kısır döngü böyle devam eder. Ta ki hiçbir umudun dünyaya anlam katamayacağını anlayana kadar. Peki ne yapalım, intihar mı edelim? Anlattığı karamsar tabloya rağmen gene de yaşanması gerektiğini söylüyor Camus. Ocham’lı William’ın ustura metaforunda, 2 açıklamadan basit olanın doğru olduğu kabul edilir. Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir. Camus, yaşayabilmek için çeşitli illüzyonlarla ve sanılarla zihni uyuşturmanın hayatı karmaşıklaştırmaktan başka bir işe yaramayacağını söyler. O, dünyayı duyulara indirgeyerek somut ve kolay anlaşılabilir bir hayat kurma gayesi güder. Gerçek yaşam, ona göre insanca ve basit bir hayat sürmekten geçer.(s.69) Yaşamak için ihtiyaç duyulan şey bilinç ve farkındalıktır. “Ölüm herkesin başında, ama herkesin ölümü kendine göre. Olsun, günes gene de ısıtıyor kemiklerimizi.” (s.38)
Tersi ve Yüzü
Tersi ve YüzüAlbert Camus · Can Yayınları · 20195.5k okunma
·
48 views
Dativus okurunun profil resmi
"Kim bilir, belki de hissizlik, hayatın mecburi eşlikçisi olan ruhsal dalgalanmalardan daha tahammül edilebilirdi."
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.