Gönderi

256 syf.
·
Not rated
·
Read in 7 days
George Orwel’in 1984’ünü okumama rağmen kendisinden nasıl oldu da haberim olmadı bilmiyorum. Belki de gözüme ilişti ama dikkatimi çekmedi. Kim bilir?. Belki de “George Orwel kitabını, Biz’den etkilenerek yazmış” dediklerini de okudum. Ancak 1984 beni o kadar da etkisinde bırakmadığı için es geçmiş de olabilirim. Belki de distopyalarla aram iyi değildir. Belki de okuduğum distopyaların yazarlarının dili ya da çevirmenlerin başarısı önemlidir, türü tercih etmemde. Maddeleri çoğaltmam mümkün. Biz’i, Halil İnan’ın okuma listesini bir şekilde görmeseydim, listedeki kitapları merak etmeseydim, okumaya karar verir miydim onu da bilmiyorum. Peki okuyup bitirdikten sonra iyi ki dedim mi? Evet! Keşke dedim mi? Ona da evet! İyi ki diyorum çünkü; kitap dünyasının enlerini okumuş olmak gururumu biraz okşuyor. Keşke diyorum çünkü; yanlış yayın evinden ve yanlış çevirmen tercihi yaptığımı düşünüyorum. Bu nedenle kitabı okumamış, listesine almış ama henüz satın almamış okuyucuya şu mesajı vermek istiyorum: “Dikkat! İyice araştırarak satın almaya karar verin. Ben yandım siz yanmayın.” Çünkü bu defa orijinal dilden çevirilmiş bir baskı almış olmak beni hüsrana uğrattı. Size de aynı etkiyi yapmasın. Bu güzel esere yazık olmasın. Anladığınız üzere ben, esere YAZIK ettim. Baştan sona kitaba girmekte, olaya dahil olmakta ve kahramanları anlamakta çok zorluk yaşadım. İmla hataları, devrik cümleler, anlatım bozuklukları vs derken yarım bırakıp bırakmamak arasında çok direndim. Sonra Vernus Yayınlarının PDF formatını da indirerek yüz sayfaya kadar ikisini birlikte okudum. Sanırsınız Rusya dilinden okuyorum da sürekli Türkçe sözlüğe bakıyorum. Derken derken İthaki yayınlarının üslubuna biraz alıştım da tek kitaptan okuma rahatlığına eriştim. Ancak kabul ediyorum ki, çok verimsiz bir okuma oldu. Çünkü ben okurken çok kereler dalıp gittiğimi, onlarca sayfayı boş boş çevirdiğimi fark ettim. Böyle böyle de sonunda bitti. Kitabı kapattığımda anlatmaya çalıştığı ana fikri anlamama rağmen bunu nasıl anlattığıyla ilgili hiçbir fikrim olmadığını anladım. Kitapla aramızda bağ kuramadık. İşte bu yüzden “yazık oldu”. “Keşke” Füsun Tülek’in çevirisini okusaydım. İyikim eseri okumuş olmama, keşkem seçtiğim yayınevine... Kitaba gelecek olursam; 26.Yüzyıldayız. (2600’lü yıllarda) Tüm dünya milletleri tek devlet adında birleşmiş ve bu devlet totaliter rejimle yönetiliyor. Yaşam alanları bir duvarla sınırlandırılmış. İnsanlar doğadan, hayvanlardan, ağaçlardan ve benliklerinden koparılmışlar. Ben değil Biz olmuşlar. Buradaki biz olgusu hep hayalini kurduğumuz “birimiz hepimiz” olgusu değil. İnsanlar “Biz “ haline getirilerek, toplumun sıradan bir parçası haline gelmişler. Bu devlette en önemli şey sayılar. Herkes sayılarla anılmaktadır. Örneğin, anlatıcımızın adı D-503, beraber olduğu kadının adı O-90’dır. Kısa süre sonra kahramanımızı baştan çıkaracak ve başrole yerleşecek bir diğer kadının adı ise I-330’dur. Ülke “İyilikçi” tarafından yönetilmektedir. İnsanlar camlar ardında yaşıyorlar ve sadece bir tek şey olduğunda perdeler inebiliyor. “Tablet”in onlar için uygun bulduğu saat dilimlerinde, izinli olduklarını belgeleyen “pembe bilet”lere sahip olarak, cinsel ihtiyaç saatlerinde. Bunun haricinde her şey saydam ve kontrol altında. Sayıların (insanlar) ne zaman işe gideceği, ne zaman uyuyacağı, ne zaman yemek yiyeceği, ne zaman yürüyüşe çıkacağı bile kontrol altında. Kurallara uymayan sayılar, İyilikçi tarafından cezalandırılıyor. İntegral adında bir uzay gemisi var. Bunun mühendisi D-503. O bir matematikçi aynı zamanda. Kurallara saygılı, itaatkar ve uysal bir sayı. O-90 ile kendilerine uygun görülen hayatı hiç şikayet etmeden yaşamaktalar. Gerçi şikayet ne demek bilmezler de neyse... Onlar hayatlarından çok memnundur. Dünya hiç bu kadar iyi olmamıştır. Savaşlar, açlık, sefalet, mutsuzluk, isyanlar, sorgular, devrimler bitmiş. İnsanlığın yüzyıllardır görmeyi arzu ettiği muhteşem bir ütopya. D-503 bir gün I-330 la tanışır. I-330, D-503’ün tam aksi bir karaktere sahiptir. Kurallardan nefret eder. Tahmin edeceğiniz üzere ikisinin arkadaşlıklarıyla birlikte kahramanımızın kulağına kar suyu kaçmaya başlar. İçinde bulunduğu şartların iyiliğini ya da kötülüğünü sorgulamaya sürecine girer D-503. Kuşkular, merak, hayal gücü gibi benliğinin gizli köşelerine atılmış duyguları gün yüzüne çıkmaya başlar. Bir ruhu olduğunu fark etmektedir artık. Yetkililerce ondaki bu değişim fark edilir...Değişimle birlikte D-503 kendisini hiç de tahmin edemeyeceği olayların içinde bulur. Hikayenin tamamını D-503’ün günlüğünden okuyoruz. Özetlediğim şeylerin detaylarını, daha fazlasını ve sonrasında olanları tabi ki merakbozan (spoiler) olmaması için anlatmıyorum. 1910 yılında yazılan eser, tüm ütopyaların ağa babası kabul edilir. Bundan sonra çıkan tüm hikayelere öncü olmuştur. Gerçek bir dehadan gerçek bir zeka ürünü… Okurken hep filminin olmasını da hayal ettim ancak maalesef yok. (Bir tane kısa film ve bir tane de tv filmi var ama ne yazık ki ikisin de Türkçe alt yazısı mevcut değil.) Yine de bir film hayal etmekte zorlanmadım çünkü izlemiş olduğum tüm distopik, ütopik ya da bilim kurgu filmlerinde kitapta bahsi geçen sahneleri çokça gördüm. Hepsini de harmanlayınca zihnimde harika bir film canlandı bile. Okurken dikkatimi çeken bir şey daha var ki, kitabın, bir ütopya olsa da aslında içten içe bir anti-ütopya/distopya oluşu… Şimdiye kadar gerek kitaplarda gerekse sinema da gerçekten bir ütopik dünya ile karşılaşmadım. Hiçbir ütopya gerçek bir ütopya değil. Bunun altında sanırım insanların içlerinde barındırdıkları ruh ve o ruhun sahip olduğu insanlara has duygular yatıyor. Hiçbir duygu bastırılamıyor, unutturulamıyor, yok edilemiyor. Bastırılan, yasaklanan duygu ve davranışlar varsa orada gerçek bir ütopyadan bahsedilebilir mi? Örneğin özgür olma arzusunu düşünüyorum. Mutlak özgürlük her bir davranış biçimini kurallara, cezalara, yaptırımlara, baskılara vb. maruz kalmadan yaşayabilmekten geçer. Kötülük olarak adlandırdığımız davranışların önüne geçmek için yapılan şeyler (cezalar, yasalar vs) bir nevi hür iradeye karşı bir engeldir. Gereklidir ancak kavramsal derinliklere inildiğinde bir kısıtlama söz konusudur. Bu taraftan bakıldığında mutlak özgürlük insanlık için asla söz konusu olamaz. İyi ya da kötü özgürlüğün kısıtlanmış olduğu hiçbir dünya da ütopya olamaz…
Biz
BizYevgeni İvanoviç Zamyatin · İthaki Yayınları · 20209.3k okunma
··
146 views
Mahmut okurunun profil resmi
Ayrıntı yayınevinden okumuş olmam büyük şans desene 😀 Zaten büyük eserleri okumak için kesinlikle İthaki tercih edilmez, ben öyle yapıyorum şahsen... Uzak durulması gereken diğer İthaki çevirileri ise Dune ve Fahrenheit 451... Fahrenheit 451'i okumuşsun ama Dune okumamışsın, okumak istersen aklında kalsın 😊 İnceleme için de eline sağlık 😊
Seçil Yardım Örengül okurunun profil resmi
Kesinlikle ithaki’den okumamış olmamız büyük şans. Arada acaba pdf den okumaya devam mı etseydim diyorum ama sevmiyorum ki pdf’yi. Basılı kitap varken gönlüm hem ona kaydı. Bundan sonra alacağım kitaplar da yayınevi meselesine dikkat edeceğim kesin. Ancak önceden alınmış yüzlerce kitabın içinde kim bilir kaç ithaki var? 🤦🏻‍♀️ Maalesef Fahrenht’i de ithaki’den okudum. Beraber almıştım zaten ikisini. Google translate çevrilmiş gibi olan baskıyı okurken yaptığım isyanlar ve araştırmalar neticesinde öğrendim yayınevi ve çevirmen kalitesinin önemini. Ama o caanımm kitaba oldu olan. Neyseki ben o haliyle bile vuruldum ona. Dune serisi bu sıralar karşıma çok çıkıyor ama distopya-ütopya okuma tercihlerimde sıralamanın biraz altında olduğundan, zaman zaman ilgimi çekse de daha bekleyecek gibi.
2 next answer
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.