Gönderi

232 syf.
·
Not rated
Semerkant ve Alamut romanlarını okurken Hasan Sabbah ve Haşhaşiler konusuna merak saldım. Modası geçmiş bir konu belki ama ben modayı hep geriden takip ederim zaten:) Özellikle Alamut romanında anlatılanların ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu çok merak etmiştim. Sanırım önemli bir Ortadoğu uzmanı olan Bernard Lewis’in bu kitabıyla konuyu açıklığa kavuşturdum. Merak edenler buyursun. Kitap Haşhaşilerin hangi metinlerde karşımıza çıktığını anlatarak konuya başlıyor. Avrupalıların ilgisini konuya çekmek bakımından Marco Polo’nun seyahatnamesi çok etkili olmuş. Başları dumanlı müritlere sunulan gizli cennet bahçeleri efsanesi, Haşhaşilerin gözü kara adanmışlıkları ve ölümcül yöntemleri ile Hasan Sabbah için kastedilen Dağın Şeyhi payesi Avrupa edebiyatında çokça işlenen bir konu haline gelmiş.* Lewis, haşhaşi (kendi deyimiyle haşişi) sözcüğünün 13. yy’da “kiralık profesyonel katil” anlamında Avrupa dillerine girmiş olduğunu söylüyor (bkz. assassin). 14. yy’da ise sözcüğe anlamını veren tarikatle ilişkisini tamemen yitirmiş. Lewis’in araştırmalarına göre Haşhaşi ismi ve Dağın Şeyhi payesi sadece Suriyeli İsmaililere atfedilmiş yöresel isimler. Ne İsmaili ne de sünni yazarlar tarikat mensuplarının haşhaş kullandığını öne sürmüş. Bu iddia, hikâyeyi çekici kılan bir unsur olması veya müritlerin izahatten yoksun davranışlarını başka bir şeyle açıklayamadıkları için Batılılarca benimsenmiş. Adamlar haklı, böyle bir kafaya başka türlü nasıl ulaşılabilir ben de bilmiyorum. Daha sonra Lewis anlatımına İsmaili tarikatinden devam ediyor ve sözü Hasan Sabbah’a getiriyor. Halifeliğin ilk günlerinden itibaren bir kesim insan halifeliğin Peygamberin damadı ve yeğeni olan Hz. Ali’nin hakkı olduğunu iddia etmiş. İlk başta Ali Şiası (Ali yanlıları) denen bu grup, sonraları kısaca Şia olarak anılmaya başlanmış. Dördüncü halife olarak başa geçen Hz. Ali cinayete kurban gidince halifelik Emevilerin eline geçmiş. Ancak Şialar Hz. Ali’ye kadar olan halifeleri meşru görmedikleri gibi Emevileri de görmemişler. Onlara göre meşru halifelik Hz Ali’nin oğlu Hüseyin’den devam etmiştir. Ancak altıncı halife Cafer’den sonra işler karışmış, çünkü onun Musa ve İsmail adında iki oğlu varmış. Daha ılımlı Şialar Musa’nın halifeliğini kabul etmiş olup bunlara On İki İmam Şiası denmektedir. Sünni İslam’la aralarında çok küçük farklılıklar bulunan bu Şiilik, 16. yy’dan bu yana da İran’ın resmi mezhebi konumundadır. İsmail ve soyundan gelenleri takip eden aşırılıkçı gruba ise İsmaililer denmiş. İsmaili öğretisinin bu aşırılıkçı kolunun önemli bir temsilcisi olan Hasan Sabbah 11. yy’ın ortalarında Kum’da dünyaya gelmiş. Lewis, Hasan Sabbah’ın Nizam-ü’l Mülk ve Ömer Hayyam’la yan yana gelmesinin heyecanlı bir masaldan ibaret olduğunu söylüyor. İsmaililerin ve Hasan Sabbah’ın baş düşmanı Sünni nizamın temsilcisi olan Abbasi halifeleri ve Selçuklu Devleti’dir. İsmaililer, Haçlılarla birkaç kez karşı karşıya gelseler de Hristiyanlara karşı hiçbir suikast girişiminde bulunmamışlar. Esas mücadeleleri İslam’ın düşmanlarına karşı değil egemenlerine karşı olmuş. İlginç! 1090 yılında savaşını sessiz sedasız yürütebileceği, gözlerden uzak ve erişimi zor bir mevki olan Alamut Kalesi’ne yerleşen Sabbah’ın 1124 yılındaki ölümüne dek buradan bir kez bile çıkmadığı rivayet ediliyor. Alamut isminin “kartal yuvası” anlamına geldiği düşünülse de (kulağa daha havalı geliyor tabi:)) aslında Deylemi dilinde “kartalın öğretisi” anlamına gelen Alah Amut sözcüklerinden geliyor. Tarikat örgütlenmesi için kullanılan en yaygın tabir çağrı anlamına gelen “da’ve”, temsilcileri ise “davetçiler” anlamına gelen “dailer”. Alamut’ta dai olarak zikredilen isimlere yazılışları farklı olmakla birlikte bu kitapta da rastladım. İsmaililerden önce de benzer tarikatler bulunmaktaydı ancak onlar kadar uzun ömürlü olamadılar. Onları diğerlerinden farklı kılan kendilerinden katbekat güçlü düşmana karşı ses getirici darbeler indirebilecekleri bir yol olan “terörizmi” keşfetmiş olmalarıdır. Haşhaşiler için ilk teröristler denebilir diyor Lewis. Suikastlerini gerçekleştirirken kullandıkları hançerler onların imzası haline gelmiş, ancak Alamut romanında anlatıldığı gibi bu hançerlerin zehre bulanmış olduğu bilgisi de bir efsaneden ibaret. Lewis’e göre Haşhaşilerle ilgili en önemli nokta tüm bu dehşet salan eylemlerine karşı yekünde başarısız olmalarıdır. Mevcut düzeni yıkamadıkları gibi en ufak bir şehri dahi ellerinde tutamamışlardır. İlk zamanlarda entelektüel çabalarıyla İbni Sina gibi bir filozof ve bilim adamının dahi sempatisini kazanabilen tarikat, Hasan Sabbah ve onu takip eden liderlerle birlikte yalnızca siyasi ve askeri çıkışlar yapan, mesihçi ve sefahatçi bir güç haline gelmiştir. Lakin yine de alttan alta kendilerini ateşlemiş olan devrimci şiddet cereyanı, her çağda kendine akacak mecralar bulmuş, idealleri ve usullerinin pek çok taklitçisi türemiştir. Açıkçası Alamut romanında benim en çok ilgimi çeken noktaların birer efsaneden ibaret olduğunu öğrenmek beni hayal kırıklığına uğratmadı değil. Hasan Sabbah’ın Nizam-ü’l Mülk ve Ömer Hayyam’la tanışması, müritlerin haşhaş kullanması, gizli cennet bahçeleri, zehirli hançerler gerçekten de hikâyeye gizem ve heyecan katan unsurlar olarak Wladimir Bartol tarafından kullanılmış gibi duruyor. Ayrıca, Hasan Sabbah’ı materyalist ve deist biri olarak tasvir etmiş Bartol ki bana çok inandırıcı gelmemişti. Lewis’in kitabında da bunu ima eden bir bilgi kırıntısına dahi rastlamadım. Yine de kendi içinde tutarlı bir kurgu olması açısından başarılı bulduğum bir roman olarak kalacak Alamut. Kitabın bazı bölümlerinde sıkılsam da başta belirttiğim amacıma hizmet etmesi açısından benim için yerinde bir kaynak oldu. Bunun dışında konuyu enine boyuna öğrenmek isteyenlerin de ilgisini çekebilir. İyi okumalar dilerim:) * Türk edebiyatında da Tanzimat dönemi yazarlarımızdan Ahmet Mithat'ın Musullu Süleyman, Filibeli Ahmet Hilmi'nin Batıniler adında bu konu çerçevesinde yazılmış romanları olduğunu öğrendim. İlgilisine duyurulur.
Haşhaşiler
HaşhaşilerBernard Lewis · Kapı Yayınları · 2021339 okunma
··
593 views
Mustafa A. okurunun profil resmi
Hasan Sabbah, Vezir ve Hayyam arasındaki efsaneler! birçok romana konu olmuş. Ben de Semerkant'tan sonra ilgi duymuştum ve ardından Alamut Kalesi romanını okumuştum. Dediğiniz gibi Alamut Kalesi tamamen hayal ürünü bir kurgu. Güzel bir roman ama tarihi'lik kısmı yok. Semerkant ise bir tarihçi tarafından yazıldığı için daha gerçekçi ama onun da eksik yönü çok. Zaten üç kişinin aynı dönemde yaşayıp yaşamadığı da bir sır. Maaoluf ise üç kişiyi sınıf arkadaşı olarak tanıtmıştı. Şia kültürü ve İsmaililik biraz bilinince Seyduna'nın diğer adıyla Sabbah'ın esrarkeş ve sapkın birisi olmadığı ortaya çıkıyor. Tıpkı Hayyam'ın rubaileri gibi bu olaylar da muamma. İncelemeniz ise bu konularda aydınlatıcı olmuş, ellerinize sağlık.
1 previous answer
Yasemin okurunun profil resmi
Yorumunuz için teşekkürler Mustafa Bey. Sanırım Semerkant’tan sonra çoğu kişi Alamut’a yöneliyor. Tarihi roman türünün böyle bir handikapı var. Yazarın bakış açısı ve hayal gücünden bakıyorsunuz olaylara. Bu da bazen çok yanıltıcı olabiliyor.
4 next answer
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.