Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

318 syf.
5/10 puan verdi
·
7 günde okudu
Harcanmış Bir Zaman Yolculuğu
İlk kez bir fikrin, önermenin başka bir yazar tarafından kaleme alınmasını tercih ediyorum. Bu kitaptaki ana konuyu keşke Aldous Huxley gibi bir yazar işlese imiş. Kaç ömür gerek, yaşamayı öğrenmek için? Kitabın arka kapağında yer alan söz. Beni de etkileyen ve okumama vesile olan nedenlerden bir tanesi. Kitap kapak tasarımı itibariyle korkunç, farkındayım. Ancak severek takip ettiğim bir çok okurun da tavsiyesi üzerine aldığım bir kitap. O kadar çok beğenildi, o kadar çok tavsiye edildi ki… Neil Geiman, Guardian, The Sun gibi kaynaklardan çok olumlu eleştiriler alan da bir kitap. Bence sorun şu ki, bütün bu olumlu eleştirileri hak etmeyen de bir kitap olması. Uzun zamandır beğenmediğim bir kitap olmamıştı. Öncelikle yazarın ödüller aldığına değinmiştim, bu ödüllerden biri de, Blue Peter Kitap Ödülü imiş ve yazdığı çocuk ve genç yetişkin kitapları sayesinde kazanmış. Ben bu kitabın tavsiyesini alırken kimse bana, çocuk ya da genç yetişkin kitabı olduğunu söylemedi ama umarım öyledir. Çünkü ben yetişkin kitabı olarak okumaya başladım ve sonunda hayal kırıklığına uğradım. Bence kitap 15 ila 18 yaş arasındaki kitleye hitap eden bir kitap. Oldukça yalın, anlaşılır, akıcı, sürükleyici basit bir kitap. Konusu da bir o kadar ilgi çekici zaten. Ana konu şu; bir rahatsızlık olan görülen, insanın fiziksel anlamda yaşlanamaması durumu. Bu ‘rahatsızlık’a yakalanan kişiler 100 yılda sadece 10 yıl kadar yaşlı görünebiliyorlar. Hiçbir şekilde -ne kadar ağır bir hastalık da olsa- sağlık açısından bir sorunla karşılaşmıyorlar, taki normal bir insanın gelebileceği son ana kadar. Neredeyse ölümsüz olmak gibi. Bu fikir benim cennetim olabilir, dünyada asırlar arası müthiş bir yolculuk. 15 yaşınızda görünürken; farklı şartlar altında yaşayabileceğiniz, farklı seçeneklerde bulunabileceğiniz bir çok olasılığı deneyimle hakkına sahip olduğunuzu gösterir. Ki dikkatinizi çekerim, bu göründüğünüz tüm yaş grupları için geçerli. Tom hazard, başkarakter. Kitapta en sevmediğim karakter. İnanılmaz derecede vasıfsız. Hiçbir özelliği yok. Hiçbir şekilde elindeki şartları değerlendirememiş, tamamen kukla gibi yönetilmeye elverişli bir karakter. Yazar neden böyle bir karakter üzerinden bize bir okuma sağlamış hiç anlamış değilim. Gidişata değinelim; Tom’un bu özelliği ortaya çıktığında ilk yaşananlar, ilk çevresinden aldığı tepki göz önünde barındırıldığında çok iyi bir başlangıç sağlamış. Devamında da bunu korumayı başarmış, kitabın başları çok hızlı ve merakla ilerliyor zaten. Sevmeye başlıyorsunuz. Sonra Tom ilk aşkıyla tanışır; Rose. Daha sonraları kızı olur; Marion. Zamanla tabi ki, özel durumu kendini ortaya çıkarır. Bunun için bence çok büyük bir hata olan bir ‘önlem’ alırlar. Başarısızlıkla sonuçlanır. Derken günün birinde Tom’un hayatının merkezindeki kadın vefat eder. Bunu bir spoiler olarak görmüyorum, konu dikkate alındığında bunu tahmin etmek zor değil. Tom kendiyle yalnız kalır. Elinde mükemmel bir amaç varken, bizimki bu amaç uğruna gerçekten bir çaba sarf etmiş mi diye düşündüğümde, kesinlikle katılmıyorum. Zaten kitapta o amaç sürecini de okumuyoruz. Peki Tom ne yaptı, tüm bu yalnız kaldığı 400 yıl boyunca. Koca bir hiç. 400 yıl hayatta kalmaktan bahsediyoruz, bizimkinin elinden gelen tek şey 30’dan fazla çalgı aleti kullanmayı öğrenmek. Gerçekten, neden böyle bir hikaye okuyoruz? Zaten hayatı boyunca aldığı ‘ders’ niteliğindeki söylemlere baktığımızda, sanki o yüzyıllar boyunca yaşamamış birisi konuşuyor. 21 yaşındayım ve onun çıkarımlarından da fazlasının farkında olduğumu düşünmeye başladım. Kitabın en ama en kötü taraflarından bir diğeri de şu; zaman sanki hiç akmıyor. Sanki 1500,1600,1700,1800’li yıllar hep aynı. O zamanın kültürüne, mimarisine, kılık kıyafetine, yaşanış tarzına, diline olması gerektiği gibi değinilmemiş. En basit bir örnek olarak, ‘İstanbul Türkçesi’ dediğimiz dil ile ‘Şimdiki Zamanın Dili’ arasında uçurumlar var. Türkçe, kendi içinde bu kadar değişim gösterebilmişken, ki çok da kirli bir değişim, nasıl olur da biz sürekli aynı doğruda ilerleyebiliriz yüzyıllar arasında? Fikir, çok büyük bir birikimi, geçmiş tüm bu zamanların pek çok farklı alandaki, günümüze ulaşan tüm kalıntılarıyla beraber incelenmeyi, öğrenmeyi de beraberinde getiriyor. Biz ise hiçbir şekilde zamanın akışındaki, tüm o değişikliğin çalkantısından ve başkarakterin ya da bu duruma sahip herkesin bu kargaşaya uyum gösterebilme/gösterememe hallerine tanık olamıyoruz. Hatta okuduğumuz şey şu: ‘’Bir bahisçinin önünden geçerken, ‘Eskiden burada kuyu vardı,’ diyorum. ‘Erkekler Pazar günleri kiliseden çıktıktan sonra şurada, tam şurada skittles oynardı.’’ Ne kadar müthiş bir mekan tasviri, beni tamamen o yıllara o mekanın havasına taşımayı başardı gerçekten. Tebrik ederim… Devam edelim: ‘’Yanımızdan geçen, pantolonunun paçalarını kıvırmış, üzerine bol bir ‘The Hundreds’ tişörtünü giymiş genç, on yedinci yüzyılda eteğinin altında fırfırlı çorap giyip dolaşan Londralı delikanlıların uzak ve kayıtsız bir yankısı gibi.’’ Londra’nın on yedinci yüzyıldaki kılık kıyafet anlayışı tek bir cümleyle son buldu: eteğin altında fırfırlı çorap. Takdire şayan. İster yetişkin ister genç bir kitleye hitap eden bir kitap olsun, demem o ki, yine de bu kadar basite indirgeyerek kaleme alınmasını tasvip etmediğim. Özellikle tüm bunlar olurken, sevgili yazarımız Tom’u edebiyatın önemli kişilerle tanışmasına da olanak sağlamış. Arka kapakta buna ne kadar değinilmişse inanın kitapta da o kadar değinilmiş ki, benim derdim onlarla münakaşasının kısa sürmesi değil, aksine her hangi bir özellik bile taşımayan klişe sahnelerden oluşması. Eğer büyük edebi yazarları dahil edilmesi planlanıyorsa, o kişilerin külliyatına ve biyografilerine de bir o kadar hakim olunması gerekir. Muhteşem Gatsby’nin yazarı olan Scott Fitzgerald ile de bir diyoloğu işlemiş. Kötü olmamış diyebiliriz. Scott Fitzgerald: ‘’ Nasıl buldunuz? Gatsby’i? Herkes Cennet’i daha çok beğeniyor. Herkes. Yayıncım zavallı kitabı tanıtacağım diye çırpınıyor ama daha çok bana acıdığı için.’’ Scott ve eşi Zelda, alkol bağımlılığıyla beraber bir hayat sürüyorlarmış -kitapta onların bölümünde de ikisi yarı sarhoş haldeydi- ve gerçekten Gatsby, o zamanlarda asla bir başyapıt olma özelliğini koruyamamış. Yani oldukça yalın ve basit bir şekilde işlenmiş başka bir kısım. Buraya kadar kitabı okumaya karar verdiyseniz, bu metnin devamını okumamanızı tavsiye ederim. Çünkü anlamlandıramadığım bir durum üzerine içimi kusmak niyetiyle yazmaya devam ederek ilerleyeceğim. Size keyifli okumalar diliyorum. Bana oldukça saçma gelen başka bir durum: Camille Tom ‘un ilk aşkı, Rose. Benim de en sevdiğim karakterlerden biri hatta. Baskın, ne yapacağını doğru/yanlış kestirip, karar verebilen olgun bir karakter. Gel gelelim bizimki, Rose’u kaybettikten sonra yüzyıllar boyunca başka kimseye aşık olamıyor, sevemiyor, unutamıyor. Zaten bizimki yaşamayı bile bilmiyor. Rose hayatta iken bile fahişelerle yatıp, kalkarak ve kendini içkiye vererek işe yaramazın teki olduğunu gösteriyor. Nihai olarak, ben inandım diyelim. Kimse senin, aşk gibi duygusal anlamda hislerini uyandırmayı başaramadı. Camille bunu nasıl başardı? Oldukça sıradan, hiçbir kişisel bir yeteneğine, hayranlık uyandıracak bir özelliğine sahip olduğunu göremediğimiz bir kadın. Yıllar boyunca, bir çok kişiyle takıldığını dile getiriyor. Hepsi çok özel ve farklı kadınlar mıydı? Camille kadar sıradan bir kadınla, hiç mi karşılaşmadın? Gerçekten, nesinden etkilendin Tom? Ayrıca yıllar boyu bu özelliğinden kimseye bahsetmediğini de okuyoruz. Ama bi, anda, bu hiçbir abartısı olmayan kadına, olduğu gibi sırrını ele veriyor. Kadın hiçbir yalvarmada bile bulunmazken hatta. Sonra sanki, böyle bir durum milyonda bir görülen nadir bir hastalıkmış gibi normal karşılıyor, ve birlikte parka yürüyüp sohbet ediyorlar. Sonra Tom’a telefon geliyor ve Camille, sırf ismini söylemedi diye, bir öfke duyuyor ve Tom’la ilişkiyi kesiyor. Şu yazdığım paragrafın saçma sapan olduğuna bir ben mi inanıyorum? Mantıklı hiçbir durum okuyamıyorum. Camille’in kayıtsız, şartsız inanmasına, sonra sanki hayatının adamı ondan ilk kez bir sır saklamış gibi bir öfkeyle parlamasına ve cümlelerine: ‘’Ben sana kalbimi açıp seninle yakınlaşıyorum, aramızda bir şeyler olduğunu zannediyorum, sen tutup beni tanıdığını inkar ediyorsun. Lanet olsun! Seninle yatabilirdim!...’’ Aralarında bir şeyler olmasa, adam sana sırrını açık eder mi? Neymiş, onu tanıdığını inkar ediyormuş. Gerçekten ne kadar birlikte vakit geçirdiniz de sen, gerçekten tanıyabildiğini düşünüyorsun ki hadi onu da geçtim, zaten ne kadardır hayatında bu adam? Pat diye herkese Camille’le birlikteyim yeni kız arkadaşım falan diye mi tanıtacaktı , ne olacaktı? Ayrıca, üstüne bir de bu adamla yatabilirmişmiş, bak sen, sanki bakireliğini kaybedecek, ilk cinsel ilişkisi ve bu özel an mahvolacak. Burada kadının bakire olmadığını hatta bir evlilik bile geçirmiş olabileceğini şuradan çıkarıyorum, Tom onun facebook hesabında dolanır iken. Bu kadın öğretmenlik yapan bir kadın, ancak sıfır olgunluk ve sıfır mantık görüyorum. Bizimki de buna aşık oluyor, ki olabilirdi de ancak bana yüzyıllardır Rose’u unutamayıp başka birine aşık olamayıp üstüne bu kadını karşıma getirirse, olamaz! Tüm bunlar içimdekilerin bir kısmı, daha değinmek istediğim pek çok şey olsa da buraya kadar okuyabilen herkese müteşekkirim. Son olarak: ‘’Yaşamaya başlamamın zamanı geldi.’’ Bu cümleyi kurmayı 440 yaşlarında başarmış Tom’un hikayesini, eğer yetişkin iseniz, asla tavsiye etmiyorum.
Zamanı Durdurmanın Yolları
Zamanı Durdurmanın YollarıMatt Haig · Domingo Yayınevi · 20226,8bin okunma
··
317 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.