Gönderi

227 syf.
10/10 puan verdi
·
Liked
·
Read in 9 days
Kelimeler boğazımda hâlâ düğüm düğüm. Kemal Varol'un daha önce okuduğum kitaplarını 2. kez okuyorum ancak etkisi ilk okuduğumda hissettirdiklerinden daha bile fazla. Yirmi beş yıl geçse de bazı şeylerin değişmediğini görüyoruz. Örneğin baba kokusu, babanın su içerken yaptığı hareket, babanın o kederle bakan ceketi... Gecenin bir yarısı çalan zille, eksikliğini hissetmemek için hep varlığı bastırılan, yok sayılan ancak bir gölge gibi peşinde gezen babasının "Konuk kabul ediyor musun?" demesiyle başlıyor roman. Babanın oğlu karşısında ezilmişliği, nereye oturacağını bilememesi özellikle sonda kablosunu saklamaya çalışması içime o kadar çok dokundu ki, paramparça oldum. İki insanın o tutukluğu, yılların söylenmemiş harfleri boğazlarında takılıp çıkamazken bu baba-oğulun hikâyesine giriyoruz. Baktığımızda bir yolculuk romanı bu, Diyarbakır'dan Kars'a uzanan ama en çok kendi iç yolculukları. Affetme konusu romanın merkezi diyebiliriz. Babanın oğlundan aslında bir nevi af dilemesi, babanın eski sevgililerinden af dilemesi ve oğlun eski sevgilisi Aylın'a yazdığı mektuplar. Bu noktada geçmişle yüzleşme, tamamen bitirilmeyen duyguların ağırlığını yaşamayı Varol çok başarılı işlemiş. Ayrıca kitapta gözler, bakışlar, göz göze gelmek yoğun bir şekilde kullanılmış sanıyorum ki yer yer duygu yoğunluğunu arttıran unsurlardan biri de buydu. Tam burada Ucumda Ölüm Var kitabından alıntı yapmak istiyorum: "Acıkanın yanağından, susayanın dudağından belli olurdu. Acı çekenin kim olduğunu anlamak içinse gözlere bakmak yeterliydi." sf.44 Dikkatimi çeken diğer bir nokta doğanın, doğa olaylarının kullanımı oldu. Karakterlerin ruh hâline, yaşadıklarına uyan bir havayla karşılaşıyoruz ya da birazdan olacakları önden söyler gibi doğa betimlemeleri görüyoruz, bu detayı çok sevdim. Özellikle kitap belli bir yere kadar inanılmaz sisli diyebileceğim belirsiz, bulanık bir his uyandırıyordu insanda ve kitabın başı da direkt sisli havayla başlıyordu Yusuf'un camdan dışarı baktığı kısım: "...dışarıdaki sise bulanmış gecenin bana verecek önemli bir sırrı varmış gibi başımı pencereye doğru çevirdim." sf. 13 Değinmem gereken diğer nokta Âşıklar Bayramı'nı okumadan önce Ucunda Ölüm Var'ı okumanız olacak. Böylece daha iyi anlayacak kafanızda soru işareti kalmayacaktır hatta ilk kitabından başlayarak okumanız daha doğru olabilir zaman zaman eski kitaplardaki karakterlerle ya da mekânlarla karşılaşabiliyoruz çünkü Kemal Varol'un romanlarında. Ayrıca ara ara bize göz kırpan Türkiye meseleleri yine vardı bu romanda da, bu detayları oldukça seviyorum. Bundan sonrası sürpriz bozan olabilir ona göre okuyun derim. Bu kitapta meşhur Heves Ali'yle tanışıyoruz ve ben sevdim Heves Ali'yi. Geride bıraktığı oğluna, sevgililerine rağmen sevdim kızamadım ona. O çekingenliği, ne yapacağını bilemez hâli çok dokundu bana. Onu, son nefesine kadar yanında taşıdığı üç telli bağlamasıyla olan ilişkisini anlamaya çalıştım ve nefret edemedim ondan. Ağıtçı Kadın'ın bir ömrünü onu bekleyerek geçirmesine karşın onun gözünden çok ayrıntılı bir şekilde okumuştuk çünkü yine de sinirlenemedim. Ancak babaya kızamasam da Yusuf'a bir o kadar içim burkuldu yine de. Yusuf'un Aylın'ı bir gün sebepsiz bırakıp gitmesini babasına bağladım hep. Bir insanda böyle kalıcı iz bırakmak, hafızada kalan o anıyı ömür boyu taşımanın zorluğunu yaşaması acı verdi. "Baba" kelimesinin bu kadar zor söylenmesi -ki söylenememesi desek daha doğru olacak- birbirlerine dokunamamaları tüm o duygu yoğunluğunu içimde hissettim. Aslında hiç tanımadığınız bir insanın sırf "baba" olduğunu bilmenin ona yüklediği anlamla boğuşmanın zorluğunu gördük roman boyunca. Ne kadar kopmak istese, babasını bırakmak istese de hiç bırakamaması çünkü aslında 25 yıl sonra ilk defa göz göze geldiği, aynı odada bulunduğu, beraber seyahat ettiği bu adamdan hiç kopmak istememesi baba kavramını sorgulattı bana. Bu yaşanmışlıkta yine Yusuf'un tamamlayamadığı hikâyesinde boşlukları kaldı ama her ne olursa olsun bazı şeyler tamamlanamıyor maalesef. Son olarak kitabın sonunda gözlerimin dolmasını önleyemedim öyle kitaplarda ağlayan biri değilimdir bu Kemal Varol'un o güçlü anlatımının eseri olsa gerek. Son sayfalarda duygu yoğunluğu alıp götürdü beni bambaşka yerlere bu noktada Yusuf'la Heves Ali'den çok kendimle hesaplaşmama da gittim belki. Yusuf'un içinde bulunduğu durumu kitabın başlarında okuduk: "...bayrağım hep gönderde yarı çekili de olsa, yaşayıp durdum yıllarca". Son sayfa da ise: "...bayrağın yavaş yavaş gönderden aşağı indiğini görünce üşümemin daha da arttığını, âdeta buz tuttuğumu hissettim". Söylecek fazla söz yok, bu detayı çok sevdim. Son bölümü "Sultan Suyu" türküsüyle birlikte okudum etkisi birkaç misli daha arttı. Son noktada bir alıntı daha yapmak istiyorum çok sevdiğim Ucunda Ölüm Var'dan: "Fakat dünya üzerindeki herkes ve her şeyin sonu beklemeye yazgılıyken, ölümün bir dakika bile beklemeye tahammülü yoktu." sf. 15 Baba-oğul ilişkisini az ve öz özetleyen cümle bu olurdu sanırım. Şunu eklememişim bir de eklemesem olmaz: Ağıtçı Kadın'ın "Ayrılığın ve ölümün bilgisi birbirine ne kadar çok benziyor." sözünü Heves Ali'den "Ayrılıkla ölüm fena halde birbirine benziyor, biliyor musun?" deyişini duymak hemen yüzümde buruk bir gülümsemeye sebep oldu. Tek söyleyecek lafım kaldı, okuyunuz. İyi ki.
Aşıklar Bayramı
Aşıklar BayramıKemal Varol · İletişim Yayınları · 20192,929 okunma
·
53 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.