KABUĞUNU KORUYABİLEN VAR MI?
Kim çiziyor insana dair sınırları?
İçine sığındığımız kabuklarda mı yaşıyoruz?
Peki senin kabuğun ne kadar baskıya dayanabilir?
Ya esnemezse, kırılıverirse?
Daha önce farkına varmadıysanız, içine hapsolduğunuz bir kabuğunuz olduğu gerçeğiyle yüzleşmenizi sağlayan bir eser bu. Kabuklarınızın sınırını zorlayan....
Bir kuşağın yaşanmışlıklarını üç farklı kadının iç sesinden dinliyoruz kitapta. Birincisi giydirmekle, ikincisi pişirmekle, üçüncüsü yemekle hayata direnen, gerektiğinde çareyi kabuğuna çekilmekte bulan, akıl ile deliliğin sınırlarında gezen üç kadının iç sesi...
Ancak giyme, pişirme ve yeme kısmı bildiğimiz anlamlarının çok ötesinde. İnsan her sayfada bu anlamların içinden geçtiğini hissediyor. İnat da var, inkâr da. Okumalısınız, kelimelerim yeterli değil anlatmaya.
Bir de 'öteki' var ki içlerinde, sayfalar ilerledikçe beni yerime çiviledi. En çok onun etkisinde kaldım.
Kabuklar değişik değişik ama hikâye temelde aynı:
Kendi kabuğunu koruyabilmek.
Koruyamazsan sonuçlarına katlanabilmek.
Katlanamazsan çekip gitmeyi kabullenebilmek.
Çekip gidemiyorsan kendine yeni bir dünya kurmayı başarabilmek.
Bilmek yani... Çünkü kadınlar bilirler. Annen biliyordu, onun annesi de, teyzen, kızkardeşin, sevdiğin kadın; hep bildiler. Dikkatli baksaydın her birinin dağılan bir katmanın yıkıntılarından yeni bir dünya kurduğunu görecektin. Yeni kabuklardan yeni korunaklar yaptıklarını...
Tonlarca basınç uygulayan dünyayı sırtında taşıyan kadınlar, içine sığındıkları kabukları kırılmasın diye mücadele veriyorlar. İnatla, dirençele verilen bu savaş tek bir ganimet uğruna veriliyor: SEVGİ. Bir yandan da savaşın en kanlı sahneleri niye hep otuzlu yaşlarda geçiyor diye düşündüm ki “Karakterlerimin üçünün de 33 yaşında olmasının bir nedeni var. 33 yaş insan ömrünün zirvesi. Bedenen, ruhen en sağlıklı olduğumuz yaş. Oysa benim kızlar hayatlarının en zor dönemecinden geçiyorlar 33 yaşında. Bedenen ve ruhen perişanlar.” demiş yazar.
Hep kadınlarından bahsettiğim bu kitabın erkeğe karşı bir tavrı olduğu düşünülmesin. Tam tersine, birçok yerde ‘onlara karşı değil, onlarla beraber’ alt mesajıyla karşılaşıyoruz.
Neredeyse bitmesin diye katık edercesine okuduğum kitapta ‘kim kimdi’ açmazına düştüğüm çok oldu. Ancak sayfalar boyu bir karakterden diğerine sohbet edercesine, soru sorarcasına yapılan geçişlerde bu sorun kendiliğinden ortadan kalkıyor. Hem kendinin, hem ötekinin öyküsünü bu kadar sıkmadan anlatan karakterler yaratmak da bir tiyatro yazarına yakışırdı.
Tiyatro Boyalı Kuş ve Bab-ı Tiyatro’nun kurucusu olan Zeynep KAÇAR’ın yazar, yönetmen ve oyuncu olarak birikimleri 40 yaşında yazdığı bu eserde hayat bulmuş. Her ne kadar "Hayata rezil bir ailede başladıysanız, ömür boyu benzer duvarlara çarpar durursunuz." düşüncesiyle yola çıksa da kitabın sayfalarına sakladığı umudu görmezden gelemiyoruz.
Ne demişti Tolstoy Anna Karenina’da?
“Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu var.”
Bütünüyle mutlu olmak diye bir şey yok. Tıpkı hayatta bütünüyle mutsuzluğun olmadığı gibi.
Sıra dışı bir aile, adı ile müsemma bir eser. Ben çok etkileyici buldum. Okursanız ayırdığınız zamana değecek.