Gönderi

Tolstoy
Beş yaşında bir çocuğun yanına yetmiş beş yıl unutamayacağı bir manzarayı koyuyorlar: Ölü bir kadın. Hayatın sıcaklığını taşıyan çocuk, ölümün soğukluğunu taşıyan kadına bakıyor: Annesi! Öyle bir çığlık atıyor ve kaçmaya başlıyor ki bir daha kendisini hiç kimse durduramıyor. Bir ayna gibi taşıdığı günlüğünü ayırmıyor yanından. Ne zaman kendisinde ve çevresinde hoşlanmadığı bir şey görse onu çıkarıyor kaşlarını çatarak. Her şeyi en ince hatlarıyla aksettiriyor aynasına. Tek bir çizgiyi atlamıyor hafızasına nakşederken. Annesini gülümserken göremedi ya, gülmüyor hiç. Kaçamadığı zamanlar kaçma planları yapıyor hayatı boyunca. On altı yaşında üniversiteye kaçarken, üç yıl sonra öğrenimini yarıda bırakıp Yasnaya Polyana'daki topraklarına kaçıyor. Toprakları evet, dokuz yaşında kaybedilen soylu bir babanın yadigârı. Fakat kaçacak o kadar çok yer var ki beklemek olmaz. Mesela Moskova ve Petersburg. Mesela Kafkaslar, asker ağabeyinin Neden orduya kaçmasın? Hem savaş var. Borular, yani. sancaklar, marşlar... Kırım Savaşı'nda tuhaf bir asker, savaşın görünmeyen yüzünü yazıyor. Mesela testereyle bacağı kesilen askerleri, şarapnel parçaları gibi dağılan bedenleri... Sivastapol adı altında topluyor hikâyelerini. Hikâyeleri okuyan Çar, tehlikelerden uzak tutulmasını emrediyor bu askerin. Öyle ya; küçük bir kurşunla kaybetmemeliler büyük yazarını Rusya'nın. Savaş sona erer ermez de askerliği bırakıp kendi hikâyesine kaçıyor. Yirmi dört yaşında hiçbir yazarın cesaret edemediği bir şeye, kendini yazmaya koyuluyor da üç halkalık altın bir zincir çıkıyor ortaya: Çocukluk Yıllarım, Ergenlik Yıllarım, Gençlik Yıllarım. İki yaşını hatırlayacak kadar keskin bir hafıza, zapt edilmesi zor, güçlü bir beden, aynaya her bakışta çirkin bulunan bir "köylü yüzü.” Ve bu yüzün sahibi garip bir kont: Kont Lev Nikolayeviç Tolstoy.
Sayfa 68
·
50 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.