Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Öğretim, edinilen bir bilgiyi paylaşmadır. Öğreten, kendini bir güç odağı olarak görmemelidir. Michel Foucault, bunla ilgili olarak okullardaki sistemi eleştirmektedir: "Önce size 'bilmiyorsunuz' derler: Culpabilisation (suç yükleme); Sonra 'sevseniz de sevmeseniz de benden öğreneceksiniz' derler: L’obligation (mecburiyet); Son olarak 'öğrenip öğrenmediğinizi kontrol edeceğim' derler: Vérification (kontrol etme)." Bu, öğretmekten çok endişeye, anksiyeteye sebep olur. Hâlbuki diyor Foucault; "okul bir merak, bir bilme arzusu mekânı olmalıdır." Bu arzuya libido sciendi (bilme libidosu) diyor. Sonuçta beynin bazen kandırılması gerektir. Madem hayvanî yönümüz hâlâ ağır basıyor, ona bu libidoyu öğreterek kandırabiliriz ve öğrenmeye odaklanabiliriz. Ve Paul Veyne, "Öğretim ancak muhatabın konuşana önceden yetkinlik ve saygınlık tanıması hâlinde gerçekleşebilen bir edimsözdür; öyle ki öğretim hemen, doğru ve yanlış alternatiflerinin dışına yerleşir." der ve günümüzden yüz elli yıl önce Tibetlilerin misyoner bir peder tarafından nasıl ikna edildiğini pederin sözleriyle bize aktarır: "İçinden, tartışmayı ve tartışma düşüncesini hissettirecek her şeyi çıkardığımız, tamamen tarihsel bir öğretim biçimini benimsemiştik; özel isimler ve kesin tarihler en mantıklı fikir yürütmelerden daha çok ilgi uyandırıyordu. İsa'nın, Kudüs'ün, Pilatus'un adlarını ve dünyanın yaradılışından sonraki dört bin yıllık zamanın varlığını öğrendikleri zaman, İsa'nın insanlığın kurtuluşu için acı çekerek verdiği mücadelenin gizeminden ve İncil'in vaaz ettiklerinden şüphe duymuyorlardı artık." Ne yazık ki hâlâ en büyük Amerikan yahut Avrupa okulları bile (yine Foucault'nun dediği gibi) bir toplumsal mükâfat yahut rekabet gibi hayvanî sistemlerle ilerliyor. İşin kötüsü bu savaş bilen ile bilenler arasında. Ki bir de bilmeyenlerle bilenler arasındaki kavga var; onda da diploma ve bıktırıcı baskı söz konusu.
·
23 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.