Gönderi

Benim tezime göre, İslâm hukukunun III. (IX.) yüzyıldaki gelişimi açısından muhaddis-fakihler hayati bir önem taşımaktadır. Onlar, hukukun belirlenmesinde mümkün olduğunca doğrudan Kur'an ve hadisin - Peygamber'e dayanan (merfú) hadislerin bulunmadığı durumlarda sahábe ya da daha sonrakilere ait (mevküf ve makiú) hadisler- esas alınmasını öngörüyorlardı. Hadis rivayetlerinin birbiriyle çelişmesi hâlinde ise onların tercihi, isnad karşılaştırmasına başvurarak en güvenilir rivayetin tespit edilmesi yöntemiyle sorunun çözülmesinden yanaydı. Aşırı sistemleştirmeden, profesyonel tartışmalardan (münazaralardan) ve gerçek hayatta hiç rastlanmamış farazî olaylar hakkında akıl yürütmekten hoşlanmazlardı. Aşırı ciddiyetleri dinî açıdan cezbediciydi ve III. (IX.) yüzyıl boyunca neredeyse bütün kesimlere mensup fakihler, onların "hadisleri kaynak kabul etme” konusundaki ısrarlı tutumunu benimsemişti. Mihne (218-37/83352) belki de bir dönüm noktasıydı. Zira kesin bir biçimde ortaya koymuştu ki, artık bir kesimin sahih İslâm'ı (Islamic orthodoxy] belirleme yetkisini elde etmesinin yolu, karmaşık teolojik tartışmalarda galip gelmek değildi.
Sayfa 164 - KlasikKitabı okudu
·
19 görüntüleme
deniz