Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

148 syf.
·
Puan vermedi
Çekilmez ve dehşet verici var olmaya karşı var olma Karamsarlığı ile öne çıkan postmodern isimlerden biri Bernhard’ın 1971 yılında yayımlanan Yürümek ve 1978 yılında yayımlanan Evet adlı 2 eserinden oluşan anlatı-uzun öykü arasında gezinen otobiyografik yanları da bulunan benzersiz bir okuma deneyimi. Zor metinler olsa da (Evet daha akıcı) iyi bir odaklanmayla ve cümlelerin üzerinde düşünerek yani analitik okuma yaparak anlaşılmaması içten değil. Yürümek Karrer ve Oehler isimli iki kişinin rutin olarak yürümesini ve bu yürüme etkinliğinde akıllarının zorlayıp pekçok konuda düşünmelerini fakat bir gün Karrer’ın delirmesini ve Oehler’ın başka yürüyüş arkadaşlarına Karrer’ı ve daha çok onun fikirlerini anlatmasından oluşuyor. Yürümek İlk cümlesinden farklı bir okuma deneyimi yaşatacağını hissettiriyor: “Karrer delirmeden önce, sadece çarşamba günü Oehler’le yürüdüğüm halde, şimdi Karrer delirdikten sonra pazartesi de Oehler’le yürüyorum.” 1971 yılında yayımlanan Yürümek, 1. Dünya Savaşı’nın sonucunda ortaya çıkan en kısa tabirle “çığlık” olarak tanımlanabilecek ekspresyonizm akımından izler taşımasının yanında egzistansiyalist yanlar da barındırıyor. Bernhard, ülkesi Avusturya’ya nefretiyle tanınan bir isim ve yıllarca Avusturya’da da okunması yasakmış. Bu anlatısında da Avusturya’ya yönelttiği suçlamalar adeta günümüz Türkiyesinin de bir portresini çiziyor. Tek nefreti tabi ki ülkesine değil “akıl ve kıvrak zeka” ya dahil olmayan her şey onun için ölüdür. Mesela tarihi bu sebeple ölü olarak nitelendirmiştir. Bernhard’ın en büyük nefreti ebeveynlere kendi tabiriyle “üreticilere” dir. Bernhard için en büyük cinayetse çocuk yapmaktır. Bir insanın yapabileceği en kötü şey çocuktur. Doğal nüfus artış hızını arttırmaya çalışan devletlere yönelik düşüncelerini belirttiği bir alıntı: “Çocuk yapmayı destekleyen bir devlet, hele de kafasızca çocuk yapmayı, diyor Oehler, kafasız bir devlettir, hele ilerici bir devlet hiç değildir. Yürümekteki otobiyografik yanlara gelirsek kendi çocukluğunun sevgisiz geçmesi tüm çocuklar ve ebeveynlere karşı nefretini öne çıkarmıştır. Hollinsteiner isimli bir bilim insanı Karrer’ın arkadaşıdır ve intihar etmiştir. Onun intiharı Karrer’ın delirmesini etkilemiştir. Hollinstiner ve Bernhard ise oldukça birbirlerine benzerler. İkisi de devletlerinden nefret ederler ama yine de ayrılmazlar. Bu konuda bir de çatışma belirtilmiştir: Doğduğun yerden kopup kendini gerçekleştirme mi yoksa doğduğun yerde alışılmış düzenini bozmadan intihar etme mi? Bir tek insanın bile olmaması gerektiğini düşünen Bernhard aslında hiçbir insanın da varlığını kabul etmez çünkü onun için varoluş yoktur varoluş yanılgıdır her şey bir yanılgıdır. Karrer ve Oechler arasında ilişkiye gelirsek Karrer büyük bir düşünür ve hiçbir insanda olmayan eşsizlikte fikirleri olan Oehler ise onun fikirlerini benimseyen genelde de onun düşüncelerini söyleyen biri ama Karrer iyi bir yürüyüşçü değildir çünkü aynı anda hem iyi bir yürüyüşçü hem de iyi bir düşünür olunamaz. Karrer delirir ve Oehler onun hakkında psikiyatristle konuşur fakat onlar da cahilin en önde gidenidir Bernhard’a göre. Nedenle uğraşmazlar sadece delirdiği anı anlamaya çalışırlar. Bu incelemeyi son bir alıntı ile bitiriyorum: “İntihar belirleyici ve kendine özgü olsa da Hallenstiner’ın intihar ettiği ana kadar bilmiyorduk, bilemezdik, Karrer’in Hollensteiner intihar ettikten sonra intihar etmemiş olması, ama delirmesi onun için belirleyici. Evet de Yürümek gibi var olmaya çalışma hikayesi gibi görünse de aslında bir yok olma hikayesi. Ben anlatıcı olarak geçen ve adını bilmediğimiz bir bilim insanının yaşadığı akciğer rahatsızlığı ve antikorlarla ilgili bilimsel çalışmasını bitirmek için taşraya yerleşmesiyle anlatı başlıyor. Büyük bir kısmında sadece tek gecede yaşananlar anlatılıyor. Etrafıyla her türlü ilişkisini kesen ve kendini özellikle yalnızlaştırmaya çalışan sadece bilimsel çalışmasına odaklanmaya çalışan bilim insanının düşündüğü gibi olmuyor. Saçma ve önemsiz işleri önemliymiş gibi yapıyor. Yalnız kalmayı başarıyor fakat hastalığı nüksediyor. Tek çareyi çevresine kendini kapatmak olarak görse de bu eylem onda yıkıcı etki yapıyor. Sürekli ilişki kurmaya ihtiyaç duyar duruma gelse de ilişki kurmayı unutan ve gücü olmayan bir karaktere dönüşüyor. “İlişkisizlik ki biliyorum felaketim olmuştu, tıpkı daha önce gereksinimim ve mutluluğum olduğu gibi.” Ece Temelkuran’ın “Nasıl Olunur?” isimli podcastte kendi yaşam hikayesinden bahsederken on beş yaşında bir hastalık geçirdiğini ve aylarca yataktan kalkamadığını kalktıktan sonraysa hayatının ciddi bir şekilde değiştiğini, eskiden anlamlı gelen bazı şeyleri artık önemsemediğini varoluşunu bulma hırsına düştüğünü belirtiyor. Büyük hastalıkları yaşayanlarda yarı delilik olur diye tarif ediyor. Evet anlatısında da ben anlatıcının büyük hastalıklara yakalananların iyileştiklerinde korkunç bir var olma hırsına kapılacakları belirtiliyor. Aslında ben anlatıcı burada Bernhard’ın ta kendisi. Küçük yaşlarda vereme yakalanması onun da hayatını değiştiriyor. Anlatının büyük bir kısmının geçtiği gece ise Bernhard’ın tek arkadaşı emlakçı Moritz’i ziyaret etmesiyle başlıyor. Bu gece İsviçreli bir erkek ve hayat arkadaşı İranlı bir kadın geliyor. Bernhard uzun süre sonra kendini ifade edebileceği birilerinin olduğunu hissediyor o gece. İranlı kadınla da bir daha buluşma sözü alıyor. İranlı kadın da Bernhard gibi yok olma evresinde biri. İkisi birbirini yeniden var ediyorlar ama zorunlu bir var oluş çünkü sürdürmek zorunda olduğumuz için var oluyoruz. Ne olursa olsun en iyi ilişki bile can sıkıcı bir sessizliğe dönüşür. En sevdiğimiz, tutku duyduğumuz şeydense bir gün bıkarız ve zevk vermemeye başlar. İranlı Kadın ve ben anlatıcı arasında olan durum da budur. Zamanla ben anlatıcı bilimini icra etmesinde bir engel olarak görmeye başlar kurtarıcısını. Hayata tutunmaya bağlayan kişinin gidişini istemeye başlar. “En iyi ilişkinin bile kendi gücünün ötesine geçtiğinde nasıl tükendiğini, sonunda bitmesi inanılmaz bir şey, yan yana gelmemiz artık sadece karşılıklı can sıkıntısı durumu yaşatıyordu.” Ben anlatıcı bunalımından hiçbir zaman kurtulamaz fakat ikinci buluşmalarında bir gün intihar edecek misin sorusuna gülerek evet cevabını veren İranlı kadın sonsuz huzura erişir. Evet, Edgar Allan Poe hikayeleri gibi bir sona sahip olmasının yanında onun imge kullanımının da aşağı kalır bir yanı yok. Sezer Duru’nun çok iyi bir çeviriyle her iki anlatıda da bu sembolleri çok iyi verdiğini söylemek yerinde olur. Okuduğum ilk Bernhard eseri olmayacak. Bu karamsar varoluş hikayelerinin nicelerini daha okuyacağım.
Yürümek - Evet
Yürümek - EvetThomas Bernhard · Yapı Kredi Yayınları · 2020295 okunma
·
90 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.