Gönderi

Bilim ve inanç üzerine
" 1998 Ağustosu'nun sonlarında, Danimarka'nın başkenti Kopenhag'da bir araştırma laboratuvarında çalışıyordum. Alanında en seçkin, farklı uluslardan bilim insanlarıyla aynı tezgahlardaydık. O günlerden bir gün , ünlü bir sinirbilimci meslektaş ile yan yana mikroskoplarda oturmuş, hem arka planda Itzhak Perlman'ın nefis icrasıyla Paganini'nin 24 Caprices'ini dinliyor hem de mikroskoplarımıza yerleştirmiş olduğumuz beyin örneklerimizdeki sinir hücrelerini sayıyorduk. Ben civciv beyinleriyle meşgulken, yaşı yetmişlerini aşmış olan mesai arkadaşım maymun beyni kesitlerini incelemekteydi. Arada bir de konuşuyorduk havadan sudan... Bir ara bana "çok dindar olmadığından" bahsetti , yaşı benden bir hayli ileri olan çalışma arkadaşım. Diyordu ki özetle:" Biz gelişimimizi tamamladık, her şeyimiz var, din artık bizim için birinci planda bir ihtiyaç değil." Bu görüşü daha önce, özellikle Danimarka'da yaşayan başka insanlardan da duyduğumdan, pek garipsemedim. "Resmî görüş" gibi bir şeydi herhalde... Sonra şöyle "yarım ağızla" sordu bana: "Sahi sen hem dindar olmayı hem de bilimle uğraşmayı nasıl bağdaştırıyorsun? Çelişkili değil mi bu durum?" Aslında o zamana kadar ciddi olarak hiç düşünmemiştim ve cevabım da düşünmeden oldu: "Dinim bana emrettiği için bilim yapmak zorundayım. Kutsal Kitabımın bana emri böyle..." Cevabı verirken gözümü mikroskobik dan ayırmamıştım fakat birkaç saniye sonra, aynı ortamda çalıştığımız dört bilim insanının işlerini bırakıp bana bakmakta olduğunu farkettim. Öylece bakıyor ve bir cevap bekliyorlardı sanki. Sorunun sahibi " Ciddi misin?" Diye sordu hayretle karışık bir merakla. Şaşırdım ama belli etmemeye çalışarak "Evet, elbette!" dedim, "Bundan daha doğal ne olabilir ki?" Anlamına gelen beden vurgusuyla. Ciddi olduğumu anladılar sanırım. Birbirlerine kısa bir bakış attılar. Az önceki soruyu yönelten mesai arkadaşım diğerlerine "Vay be!" Diye tercüme edebileceğim kısa bir mimik hareketi gönderdi ve sonra bana dönerek " Bunu ilk defa duyuyorum." Dedi. Ancak o zaman uyanabildim... Neden şaşırıyordum ki? Ben "Allah'ın emridir" diye okumaktan gözleri kan çanağına dönen, okuma koltuğunda beli bükülmüş olduğu için mezarına iki büklüm defnettiğimiz bir dedenin torunuydum. Daha eski "dede"lerim, bir yandan dünyaya diz çöktürürken, diğer yandan âlimlerin önünde kuzu kuzu azar yemeyi "büyüklük" bilen insanlardı. Onlar hocalarının atının ayağından sıçrayan çamuru bile kutlu bilen bir medeniyette yaşayan insanlardı. Onlar, dinlerinin emri diye ilmi ve âlimi her şeyin üzerinde tutan, âlimin mürekkebini şehit kanıyla bir tutmayı peygamberinden öğrenmiş bir neslin çocuklarıdıydı... Benim inandığım, anlamak ve yaşamakla yükümlü olduğum Kitap, "ilmi" Allah'ın emri olarak koymuştu önüme! Kendimizi ve yaşadığımız evreni anlamakla yükümlü idik, ben ve tüm Müslümanlar... Fakat ya oradaki diğer insanlar? Onlar bildikleri bilimden başka bilgi kaynağı tanımayan, onu da despot kiliselerine karşı mücadele verip, dini hayatın dışına iterek dişiyle tırnağıyla elde etmiş Avrupa ülkelerinin insanlarıydı. Onlar kilisesi akıl dışı ne varsa dayatırken, aklı yasaklarken , ancak insanlık onuruyla, belki de bildiği tek dine karşı gelerek gelişme gösterebilmiş bir topluluğun bireyleriydi."Din ve Bilim" Batı'nın zihninde birbirini dışlayan iki düşman haline gelmişti adeta. İslam Peygamberi'nin hayatını, Kur'an'ı, gerçek kamil Müslümanı tanıma şansı bulsalar bu soruyu sorarlar mıydı hiç?
Sayfa 104 - Tuti KitapKitabı okudu
·
17 views
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.