Gönderi

319 syf.
·
Puan vermedi
·
3 günde okudu
SPOİLER İÇERİR Matmazel Noraliya’nın Koltuğu’nu en kısa şekilde ‘’Klasik bir Peyami Safa kitabı. ‘’ şeklinde özetleyebilirim. Metafizik, bolca düşsel öge, modernleşen dünya eleştirisi, hayal-gerçek ikilemi… Bu liste böyle uzar gider ama yazarın en sevdiğim (Ya da sevmediğim! Belirsizlikten nefret ederim) özelliği yoruma açık olması şüphesiz. Aslında size roman hakkında çıkarım yapabilmek için sahip olmanız gereken her bilgiyi verir ama bu bilgilerin bin farklı kombinasyonu ve bin farklı yorumu vardır. Bu durumun en bariz örneğini karakterlerde gördüğümüzü düşündüğümden başkarakter diyebileceğimiz iki kişinin naçizane incelemesini yaparak başlayacağım yazıma: Ferit ve Matmazel Noraliya. Kitap 2 bölümden oluşuyor ve 1. bölümünde Ferit oldukça materyalist biri olarak karşımıza çıkıyor. Herhangi bir inancı yok, ruhlar pek umrunda değil, bir kadından istediği tek şey iki bacak. Halüsinasyon şeklinde gördüğü siyah köpekle pek mutlu sayılmaz. Tıp ve felsefe arasında gidip geliyor üniversitede. Beş parasız olduğundan Vafi isimli birinin evinde birkaç günlüğüne kirada yaşıyor. Bu evde kaldığı altı gün boyunca tekrardan halüsinasyona benzer hayaller görüyor; mesela merdivenlerde Hüseyin’ini arayan üryan Fatma, mesela onu uykusunda boğazlayan Zehma (Zehra+Selma). Bunlar birer düş değildir zira gördüğü sırada uykuda da değildir Ferit. Her neyse, bu konuyu daha çok uzatmayacağım. Tekrar karakterimizin kişilik özelliklerine dönecek olursak; kitabın, Ferit’in birbirine zıt iki benliği arasındaki yolcuğunu anlattığını da söyleyebiliriz (tıpkı Yalnızız’daki gibi). Kitabın 2. bölümünde Ferit, Matmazel Noraliya’nın evine taşınır ve her ne kadar ölü de olsa onunla tanışır, günlüğünü okur, belki hayran olur. Bu ev, üst kattaki oda, matmazelin koltuğu, koltuğun yanında tüm gün yanan şamdan, Noraliya’nın bastığında gıcırdayan eskimiş parkeleri, Yahya Aziz, Londra’da öldüğünü zannettiği babasının ortaya çıkış haberi (yalnızca bir baba), Selma’nın eski Ferit’e dönüşümü, Zehra’nın dilinin çözülüşü yapboz misali bu sergüzeştin birer parçaları. İkinci bölümde hikayesini okuduğumuz Matmazel Noraliya, Nuriye desek daha doğru olur sanırım, Matmazel Nuriye (bu da bir tuhaf oldu) sarayın büyüklerinden olan babasının ölümüyle İtalyan annesinin yanında kalmayıp Müslüman babaannesinin yanında yerleşir. Babaannesinin yanında mutludur, burada eğitimini almakla beraber babaannesiyle dini ilimleri de öğrenir ve ömrünü ruhunun güzelliğine adar. Ruh güzelliği, kitapta ‘’Bu dünyada kendisini iyiliğe ve güzelliğe veren bir tek kişi de kalsa, evler, memleketler ve insanlar yine bahtiyar olurlar. ‘’ şeklinde anlatılıyor. Onun hikayesini ve günlüğünü okurken sanki Matmazel Nuriye ile ruhum aydınlığa kavuşuyor, onun dualarıyla huzur buluyordum. ‘’Keşke bu karakter için ayrı, yüzlerce sayfalık bir kitap yazmış olsaydı yazar. Keşke günlük kısmı daha uzun olsaydı. ‘’ gibi hayaller kurdum resmen… Benim gözümde tek kelimeyle kusursuz bir karakter yaratılmış ve bu karakter kusursuz bir anlatımla kitaba dahil olmuş. Hatta bence Nuriye, Peyami Safa’nın ideal insan profili. Yani bir nevi Mehmet Akif’in Asım’ı gibi. Karakterler hakkında söylediklerimden anlayacağınız üzere Peyami Safa’ya hayranım. Ama bir türlü sevemiyorum bir Oğuz Atay kadar yahut bir Dostoyevski kadar. Bunun üç sebebi var. İlki, Peyami Safa okurken sürekli diken üstünde ve gergin olmam. Başta da söylediğim gibi düşsel ve metafiziksel ögeler, rüya/kâbus, ruhlar alemi üzerine kuruyor romanlarını. Daha doğrusu bu bahsettiklerimle bütünleşiyor her olay, bir şekilde bunlarla sonlanıyor. Bundan doğan tedirginlikle ve hatta korkuyla ‘’Uyurken kâbus görmem umarım. ‘’ diye battaniyeyi kafama kadar çekiyorum. Komik ve çocukça bir tepki olsa da bu, yazarın başarısıdır bence. Sebeplerin ikincisi de yazarın başarısını gösteriyor aynı şekilde, ama farklı yöntemle. Peyami Safa hem felsefe hem psikoloji, hem tıp hem de sosyoloji alanında müthiş bilgilere sahip ve kitaplarında da bu bilgilerin zannederim binde birini kullanıyor. Bu bilgileri, orijinal fikirlerini ve yorumlarını okuyup anlamaya çalışıyor okur; hiçbir kelimesini dahi kaçırmak istemiyor. Hal böyle olunca roman kurgusu takip edilemiyor ve kitap, okuması çok zor bir hale geliyor. Üçüncü sebep de bununla alakalı, bu bilgileri ve fikirleri romandan birdenbire kopup karakterler arası ikili diyaloğa girerek deneme şeklinde veriyor. Romandaki olaylar ve karakterler pürüzsüz bir akıcılıkla ilerlerken BUM! Aniden bir takım -izm’ler havada uçuşmaya başlıyor. Nuriye’nin günlüğünü okuduktan sonra da bu günlükte yazılanlardan sayfalarca çıkarım yapan -güya- Yahya Aziz ve Ferit’in devletin toplum üzerindeki politikası ve din üzerine fikirlerini birer düşünce yazısı hatta makale şeklinde okumak rahatsız edici geldi bana. Peyami Safa’yı tam olarak benimseyemememin nedenlerinin bir kısmının benim yetersizliğimden kaynaklandığını kabul ediyorum, 1. ve 2. bölüm arasında alt metindeki bağlantıyı da anlayamadım bu sebeple. Tabii bir alt metin olmama ihtimali de var ama konu Peyami Safa olunca bu ihtimalin çok düşük olduğunu düşünüyorum. Yazımın sonuna geldiğimi fark ederken aslında kitap hakkında söylediklerimin hiçbir sonuca varmadığını anladım. Okuduğunuz 700 kelimelik yazıyı bir kenara bırakıp şu sözlerle sonlandırırsam daha doğru olur: Peyami Safa’dan okuduğum iki kitap da birer şaheserdi ve her ne kadar sevmediğim bazı yönleri olsa da en kısa sürede yazarın külliyatını okuyup bitirmek ve -umarım- özümsemek istiyorum.
Matmazel Noraliya'nın Koltuğu
Matmazel Noraliya'nın KoltuğuPeyami Safa · Ötüken Neşriyat · 20177,7bin okunma
·
106 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.