Gönderi

112 syf.
10/10 puan verdi
·
19 günde okudu
İşleneceği bilinen bir cinayet öyküsü..
Marquez’in en iyi romanı olarak tanımladığı Kırmızı Pazartesi, “Santiago Nasar, öldürüleceği gün, piskoposun geldiği vapuru beklemek için sabah saat beş buçukta kalkmıştı” cümlesiyle başlar. Daha ilk sayfada okur, bir cinayetin işleneceğini öğrenir. Katillerin kimliği ve cinayetin nedeni de bellidir. Ama birçok dile çevrilen ve yazılmasının üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala en çok okunan romanlar arasında sayılan Kırmızı Pazartesi, sıradan bir cinayet romanı olarak tanımlanamaz. Onu farklı kılan usta yazarın olağanüstü kurgusu ve anlatımıdır. Santiago Nasar, piskoposun kasabayı ziyaret ettiği gün öldürülür. Bir gece önce evlenen Angela Vicario, bakire olmadığı için baba evine getirilmiş, kendisini sorgulayan ağabeyleri Pedro ve Pablo’ya aklına ilk gelen isim olan Nasar’ın adını vermiştir. Onlar da domuz kestikleri bıçakları alarak evden ayrılırlar ve Santiago Nasar’ı öldürmek üzere beklemeye başlarlar. Bu sırada herkese onu öldüreceklerini söylerler. Ancak kasaba halkından hiç kimse Nasar’a haber vermez. Kimisi inanmadığı için, kimisi hak ettiğini düşündüğünden, bazıları ise üstüne vazife olmadığı gerekçesiyle susar. Bir cinayet planlandığını bilmeyen sadece birkaç kişi kalır. Yani bütün kasaba halkı susarak cinayete ortak olur bir anlamda. Kitapta yer alan olayın başlangıcı ile bitişi arasında yaklaşık bir buçuk saat geçmektedir. Ama yazar röportaj tekniğini kullanarak zamanda yatay ve dikey hareket eder, olayı birden çok kişinin gözüyle anlatır. Olay örgüsünün fiziki zamanı bu bir buçuk saate sığmasına rağmen psikolojik zaman yoğun ve uzundur. Kırmızı Pazartesi, görünenden çok görünmeyeni, buzdağının saklı kısmını anlatır böylece. Simgelerle, sembollerle göstermeye çalışır. Kırmızı Pazartesi, en basit tanımlaması ile bir cinayet romanıdır. Biraz daha dikkatli okur için, bir töre cinayetini anlatır. Ama derinlemesine bakıldığında toplumsal ahlâk kurallarını, insan vicdanını, adaleti, ötekileştirmeyi ve dinsel ikiyüzlülüğü hallaç pamuğu gibi savurur. Bir toplumun susarak ve edilgenliğiyle suç ortağı olmasına ayna tutar. Rüyalar romanda çok önemli yer tutmaktadır. Bilinçdışının özgürlüğünü ilan ettiği yer olan rüyalar, yaşamın sudaki yansımasıdır. Freud’a göre ise düşler gizli kalmış isteklerin gerçekleşme halidir. Roman, öldürülen Santiago Nasar’ın gördüğü düş ile başlar. Nasar sıklıkla badem ağaçlarını görmektedir rüyasında. Badem ağacı baharda ilk çiçek açan ağaçtır ve erken açmanın cezası olarak da ilk beklenmeyen soğuklarda ölür. Çiçeği bekâretin, masumiyetin simgesidir, saflık kadar beyazdır. Beyaz renk, yazar tarafından özellikle vurgulanmaktadır. Beyaz, saflığı ve masumiyeti mi anlatır yoksa renksizliği mi ifade eder. Nasar, kasabanın çoğunluğundan farklı olarak Arap’tır, zengin, yakışıklı, genç bir adamdır. Öldürüleceği gün beyaz kıyafetler giyer. Romanın sonuna kadar suçlu olup olmadığını tam olarak anlayamayız. Yazar neden beyaz renkle Nasar’ı bütünleştirir? Nasar da öteki sayılan, renksiz ve değersiz olan mıdır? Beyaz ve boş bir sayfa gibi üstü çizilmesi gereken olabilir mi? Romanda yer alan kasabaya baktığımızda öldürmeyi töreler ardına gizlenerek normalleştiren bir toplum yapısıyla karşılaşırız. Kitle davranışının sığ sularında kalarak güvende olma arzusu öne çıkmaktadır. Karşı çıkmaksa farklı olmayı ve dışlanmayı gerektirir, bu nedenle cesaret ister. Suç kavramı ve suçun anlamı da anlatının temel sorgulamalarından birini oluşturuyor. Suç, kime ve neye göre belirlenir? Suçluyu, adalet sistemi mi, çağa ve coğrafyaya göre uyarlanan ahlak kuralları mı yoksa din adamları ve ilahi adalet mi belirler? “Onu bilerek öldürdük, ama biz suçsuzuz’ demişti Pablo Vicario, hem Tanrının hem de insanların katında. Bir onur söz konusuydu.” Kitapta yer alan bu cümle öldürmenin kutsanması, töre cinayeti, onur adı altında gizlenen onursuzluk ya da namusu tekeline alan ataerkil toplumun erkini ispatı olarak okunabilir mi. Böyle cinayetlere yakıştırılabilecek ne kadar çok bahane var elimizde. Romanın en etkileyici ve hafızalarda yer eden bölümününse Nasar’ın öldürülme sahnesi olduğunu düşünüyorum. “Şaşılacak şey, bıçak hep tertemiz çıkıyordu. En azından üç kez vurdum. Bir damla bile kan akmadı” anlatımı ile yazar başka bir sorgulamanın arafında bırakıyor bizi. Kanın akmaması masumiyeti mi anlatıyor yoksa aksine suçun ağırlığına mı vurgu yapıyor, kessen bir damla kanı akmaz dercesine. Ya da akmayan kan, bir insanın değil de bir değerin öldürülmesini mi simgeliyor gerçekte. Vicdan ya da erdem gibi yok edilmesi tüm toplumu suçlu duruma düşüren çok önemli bir değerin ölümünü… Kitabı kapattığımızda ne anlatı ne de sorgulamamız bitiyor. Anlatının etkisi sorularla çoğalarak devam ediyor. Suç nedir? Kim karar verir neyin suç sayılacağına? Peki, suçlu kimdir gerçekte? Suçu işleyen mi, teşvik eden mi yoksa suça göz yumanlar mı? Yaşadığımız şu dünyada adalet herkese adil mi davranır? Alıntı ( kitapeki.com/bireysel-ve-top... )
Kırmızı Pazartesi
Kırmızı PazartesiGabriel Garcia Marquez · Can Yayınları · 2021112 okunma
··
89 görüntüleme
Bu yorum görüntülenemiyor
İbrahim okurunun profil resmi
Yakın zamanda okuduğum bir kitaptı. Çok güzel yazmışsınız, kitabı tekrar etmiş gibi oldum. Kaleminize sağlık
Feylesof Yeahyea okurunun profil resmi
Teşekkür ederim değerli görüşleriniz için ama inceleme şahsıma ait değildir sonda linkini paylaştığım siteden alıntıdır. Ne mutlu bana bu güzel duyguları yaşamanıza aracı olmuşsam. İyi okumalar dilerim efendim.
2 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.